Oca 7, 2020
1710 Görüntüleme

Marka Tecavüzü: Yoksun Kalınan Kar-Fiili Zarar

Yazan
banner

HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, markaya tecavüzün ve haksız rekabetin önlenmesi ve sonuçlarının ortadan kaldırılması ile maddi ve manevi tazminat istemlerine iliş-
kindir.

Davacı vekili; müvekkilinin İtalya’da mukim makarna üreticiliği geçmişi bulunan, köklü ve güçlü bir şirket olduğunu ve ihracat faaliyetlerini
ağırlıklı olarak Afrika kıtası ülkelerinde yoğunlaştırdığını, müvekkilinin dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi TPE nezdinde de tescilli “SANTA LUCİA+Şekil” ibareli markasının bulunduğunu, üretimlerinde özellikle uluslararası makarna piyasasında çok tanınan “SANTA LUCİA+Şekil”- markasıyla faaliyet gösterdiğini, müvekkilinin ayrıca Türkiye’de de bazı şirketlere fason makarna üretim yaptırarak Tanzanya’ya “SANTA LUCİA+Şekil” ibareli marka ile ihracat yaptığını, müvekkilinin Ocak 2007 itibariyle Tanzanya’ya yapılan satışlarının bir anda kesildiğini ve davalının müvekkili markasını kullanarak bu ülkeye ihracat yaptığının ortaya çıktığını, bu hususun Gaziantep 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/93 D.İş. sayılı dosyası ile tespit edildiğini, davalının müvekkili adına tescilli
“SANTA LUCİA+şekil” markasını hiçbir hakka dayanmaksızın taklit ederek makarna ürünleri üzerinde kullanmasının müvekkilinin haklarına tecavüz ve haksız rekabet teşkil ettiğini ileri sürerek markaya tecavüzün ve haksız rekabetin önlenmesini, sonuçlarının ortadan kaldırılmasını ve fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 25.000,00TL maddi ve 25.000,00TL manevi olmak üzere toplam 50.000,00TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek reeskont faizi ile birlikte davalıdan tahsilini, tazminatın hesaplanmasında davalının eylemi sonucunda müvekkilinin uğradığı zarar, kar kaybı, ileriye dönük elde edilecek faydalardaki azalmalar ve itibar kaybının göz önünde bulundurulmasını talep ve dava etmiş, 13.07.2010 tarihli dilekçesi ile maddi tazminat talebini 64.256,40 USD olarak ıslah etmiştir.
Davalı vekili; müvekkilinin “OBA” ibareli tanınmış markalar ile makarna sektöründe faaliyet gösterdiğini, “NEW SANTA LUCİA+Şekil” ibareli markanın Tanzanya’da mukim First Choıce Industries Limited şirketine ait olduğunu, müvekkilinin adı geçen şirket ile “NEW SANTA LUCİA+Şekil” markası adı altında fason makarna üretimi yapılması hususunda sözleşme imzalandığını, kullanılan ambalaj tasarımının da Tanzanya’daki First Choıce Industries Limited Şirketi tarafından tasarlandığını, davacı taleplerinin yersiz ve istenilen tazminatın fahiş olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.
Yerel mahkemece; davalı tarafça yapılan üretime ilişkin olarak ele geçirilen ambalajlar üzerinde davacıya aitmarkanın çok benzerinin kullanıldığı ve bu hali ile davalının eyleminin marka hakkına tecavüz ve haksız rekabet mahiyetinde olduğu, her ne kadar bilirkişiler tarafından davacı tarafça talep edilen maddi tazminata ilişkin olarak net bir tespitin yapılamadığı, bu nedenle 818 sayılı BK’nın 42. maddesi gereğince takdiren maddi ve manevi tazminata karar verildiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile davalının marka hakkına tecavüz ve haksız rekabet oluşturan eylemlerinin önlenmesine, maddi sonuçlarının ortadan kaldırılmasına, 15.000,00TL maddi ve 5.000,00TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece, önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı, taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dosya kapsamında bulunan bilgi ve belgelerden davacının marka hakkına tecavüz edilmesi nedeniyle yoksun kaldığı kazancın 556 sayılı KHK’nın 66/2. maddesi gereğince hesaplanmasının mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
I) Davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesinde; Bilindiği üzere, hukuki yarar dava şartı olduğu kadar, temyiz istemi
için de aranan bir şarttır.
Davalı vekilinin temyiz istemi Özel Dairece incelenip reddedildikten sonra karar düzeltme isteminin de reddine karar verildiği anlaşılmakla; davalı yönünden hüküm kesinleşmiş ve uyuşmazlık konusu olmaktan çıkmıştır. Bu nedenle davalı vekilinin direnme kararını temyizde hukuki yararı bulunmamaktadır.
O hâlde davalı vekilinin direnme hükmüne yönelik temyiz isteminin hukuki yarar yokluğundan reddine karar verilmelidir.
II) Davacı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine gelince; Dava tarihinde yürürlükte bulunan ve somut olaya uygulanması gereken 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (556 sayılı KHK) ile markaya tecavüz halinde oluşan zararın
tazminine yönelik üç çeşit tazminat davası öngörülmüştür. Bunlar maddi ve manevi tazminat ile itibar tazminatıdır.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle markaya tecavüz hâlinde maddi tazminat talebi hakkında detaylı bilgi verilmesinde yarar vardır.
556 sayılı KHK’nın 62/1-b maddesi gereğince, marka hakkı tecavüze uğrayan marka sahibi, mahkemeden, şartları varsa maddi zararının tazminini talep edebilir. 556 sayılı KHK’nın 64. maddesinde ise “tazminat” kenar başlığı altında haksız fiile özgü terimlere yer verilerek maddi tazminat ayrıca düzenlenmiştir. Esasında her iki maddede düzenlenen maddi tazminat davası aynı olup, 556 sayılı KHK’nın 62/1-b maddesi genel nitelikte düzenleme içerirken aynı KHK’nın 64. maddesinde yaygın bir ihlal hâli olan “taklit” olgusu ayrıca düzenlenmiştir.
556 sayılı KHK’nın 66/1. maddesi gereğince, marka sahibinin uğradığı zarar, sadece fiili kaybın değerini değil, ayrıca marka hakkına tecavüz dolayısıyla yoksun kalınan kazancı da kapsar. Buna göre “maddi zarar” iki kalemden oluşmakta olup, hem meydana gelen “fiili kaybı” hem de marka hakkı sahibinin tecavüz dolayısıyla “yoksun kaldığı kazancı” içermektedir. Kural olarak miktarı zarar gören tarafından ispatlanmak şartıyla her iki maddi zarar kaleminin de tazmini talep olunabilir (Karan, Hakan/ Kılıç Mehmet; MarkalarınKorunması 556 Sayılı KHK Şerhi, Ankara, 2004, s. 520).
Fiili kayıp, marka hakkına tecavüz nedeniyle marka sahibinin malvarlığında meydana gelen net azalmayı ifade eder. Malvarlığındaki azalma
aktifin azalması şeklinde olabileceği gibi pasifin artması suretiyle de gerçekleşebilir.
Fiili kaybın ne şekilde hesaplanacağı madde metninde açıkça yer almamaktadır. Ancak “fiili kaybın” değerinin belirlenmesinde genel hüküm
olan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 42-44. maddeleri kıyas yoluyla uygulanır. Mahkeme bu hükümler gereğince tazminatı 818 sayılı BK’nın 43/1. maddesine göre tayin eder (Tekinalp, Ünal; Fikri Mülkiyet Hukuku, İstanbul, 2012, s. 501).
Fiili kayıp kalemlerine örnek olarak; marka hakkına tecavüzün önlenmesi için yapılan masraflar, dava masrafları, mal veya hizmet pazarında
pazar kaybı, yatırımların bu süreçte boşa gitmesi, istihdam edilenlere bu süreçte ödenen fazla paralar ile bunun telafi edilmesi için yapılan masraflar (promosyon, kalıp ve ambalaj değiştirme, imaj yenileme, imajı hatırlatma, karışıklığı kaldırma masrafları vs.) gösterilebilir.
Marka hakkına tecavüz edilen hak sahibinin zararı, yalnızca fiili kaybın değeri ile sınırlı olmayıp tecavüz nedeniyle yoksun kalınan kazancı da
kapsamaktadır. Yoksun kalınan kazanç, marka hakkına tecavüz edilmesi dolayısıyla malvarlığında kesin olarak ya da büyük ihtimalle gerçekleşecek artışın kısmen veya tamamen önlenmesi, yitirilmesi olarak tanımlanabilir. Yoksun kalınan kazançta, fiili zarardan farklı olarak malvarlığının aktifinde bir azalma veya pasifinde bir artış değil; marka hakkına tecavüz edilmeseydi, ileride markanın kullanılmasıyla elde edilecek kazancın belirlenmesi ile somutlaşacak bir miktar bulunmaktadır (Çolak, Uğur; Türk Marka Hukuku, İstanbul, 2018, s. 775).

Yoksun kalınan kazancın hesaplanmasında somut ve net olarak ispat edilebilecek bir zarar bulunmamakta,markaya tecavüz fiilinin geleceğe
dönük muhtemel etkisi saptanmaktadır. Nitekim tecavüzün etkisiylemarka değerinde azalma oluştuğunda, bu durum kendi içerisinde ileriye dönük sonuçları da barındırmaktadır. Hâli hazır sonuçlar zaten fiili zarar kapsamında istenebilirken ileriye dönük muhtemel etkiler ise yoksun kalınan kazanç olarak talep edilecektir.
Yoksun kalınan kazancın nasıl hesaplanacağı 556 sayılı KHK’nın 66/2 maddesinde düzenlenmiştir. Bu madde; “Yoksun kalınan kazanç, zarar
gören marka sahibinin seçimine bağlı olarak, aşağıdaki değerlendirme usullerinden birine göre hesap edilir:
a) Marka hakkına tecavüz edenin rekabeti olmasaydı, marka sahibinin markanın kullanması ile elde edilebileceği muhtemel gelire göre,
b) Marka hakkına tecavüz edenin, markayı kullanmak yoluyla elde ettiği kazanca göre,
c) Marka hakkına tecavüz edenin, markayı bir lisans anlaşması ile hukuka uygun şekilde kullanmış olması halinde ödemesi gereken lisans bedeline göre” hükmünü haizdir.
Buna göre marka hakkı sahibinin uğradığı maddi zararın ikinci kalemi olan “yoksun kalınan kazanç”ın hesaplanabilmesi için üç usul öngörülmüştür. Marka hakkı sahibi yoksun kalınan kazanç istemi yanında ayrıca hesaplama usulü olarak bunlardan birini seçmek zorundadır. Başka bir deyişle maddede yer alan hesaplama usulleri dışında hesaplama yapılamayacaktır (Tekinalp, s. 501).
Yoksun kalınan kazanca ilişkin belirtilen üç yöntemden ilk hesaplama yöntemi 556 sayılı KHK’nın 66/2-a maddesinde belirtilen “marka hakkına tecavüz edenin rekabeti olmasaydı marka sahibinin markasını kullanması ile elde edebileceği muhtemel gelire göre” tespitidir. Bu yöntem dahilinde bir hesaplama yapabilmek için marka hakkına tecavüzün olmadığı farazi bir ortam yaratılır ve bu ortamda marka sahibinin markasını kullanmak ile elde edeceği muhtemel gelir hesap edilir (Karan/Kılıç, s. 521).
556 sayılı KHK’nın 66/2-a maddesine göre yapılacak hesaplama esas itibariyle marka hakkı sahibinin ticari kayıt ve defterleri, ticari faaliyetinin hacmi ve markasının değeri gibi unsurlara dayanacaktır. Öte yandan marka sahibi, markayı kullanarak gelir elde ederken, pazarlama becerisini, işletme verimliliğini, satış sonrası servis hizmetlerini ve benzeri unsurları da kullanmaktadır (Tekinalp, s. 502).

Bununla birlikte marka sahibinin elde edeceği muhtemel gelir hesaplanırken mütecavizin ticari faaliyetinin boyutunun da incelenmesi gerekebilecektir. Zira marka hakkı sahibinin muhtemel geliri, mütecavizin eyleminin boyutu ile de ilgilidir. Sözgelimi taklit ürünlerin mütecavizin işyerinde ele geçirilmesi durumunda marka sahibinin muhtemel geliri, bu ürünlerin niteliğinin ve miktarının belirlenmesinin yanında mütecavizin ticari kayıtlarına veya sipariş fişlerine göre ne miktarda üretim yaptığının, ele geçirilenler dışında önceden satış yapıp yapmadığının, başka yerde stoklarının bulunup bulunmadığının, bu ürünleri hangi fiyattan sattığının da tespitinde fayda vardır (Çolak, s. 786).
Dolayısıyla 556 sayılı KHK’nın 66/2-a maddesine göre hesaplama yapılırken gerekirse her iki tarafın ticari kayıtları uzman hesap bilirkişilerince incelenerek öncelikle tecavüzün boyutu belirlenmeli, bu belirlemeden sonra marka sahibinin geçmiş yıllardaki ticari faaliyeti ürün fiyatları, satış performansı, kâr marjı gibi unsurlara göre marka sahibinin muhtemel gelirinin hesaplanmasına çalışılmalıdır.
Yoksun kalınan kazancın hesaplama yöntemlerinden ikincisi 556 sayılı KHK’nın 66/2-b maddesinde belirtilen, “marka hakkına tecavüz edenin, markayı kullanmak yoluyla elde ettiği kazanca göre” tespit edilmesidir.
Burada amaç somut olarak ortaya çıkan zararın tazmini değil, marka hakkı sahibinin maruz kaldığı zararın adil bir biçimde denkleştirilmesi
olduğundan zarar miktarı dolaylı bir yoldan belirlenmektedir. Bu yöntem de marka sahibinin değil, mütecavizin malvarlığında markanın haksız kullanımı sonucunda artış hesaba katılmaktadır. Başka bir deyişle mütecavizin markayı kullanmak yoluyla elde ettiği kazanca ulaşabilmek için kazancın oluşumunda rol oynayan tecavüz konusu marka dışındaki bütün faktörlerin ayıklanması gerekmektedir.
Dikkat edilecek olursa 556 sayılı KHK’nın 66/2-a maddesinde marka sahibinin elde edebileceği muhtemel gelirden bahsedilirken, 66/2-b maddesinde mütecavizin elde ettiği kazanç söz konusudur. Başka bir deyişle 556 sayılı KHK’nın 66/2-a maddesine göre yapılan hesaplamada ihtimale dayalı varsayımsal bir gelir hesaplanırken, 66/2-b maddesine göre yapılan hesaplamada doğmuş olan veya elde edilmiş bulunan bir kazancın hesabı yapılmaktadır.
Bu hesaplama yönteminde de öncelikle mütecavizin ticari faaliyetinin boyutu belirlenmeli, markayı taşıyan ürünlerden ne kadar sipariş alındığı, ne kadar üretim yapıldığı, ne kadar stok bulunduğu, ne kadar satış yapıldığı, satış fiyatının ve kâr marjının ne olduğu gibi hususlar dikkate alınarak mütecavizin markayı kullanmak yoluyla elde ettiği kazanç belirlenmelidir.

556 sayılı KHK’nın 66/2-b maddesinde belirtilen, markayı kullanmak  yoluyla elde edilen kazanç, mütecavizin tecavüz fiiliyle ortaya çıkan brüt kazancını değil, maliyetlerin elde edilen gelirden düşürülmesiyle kalan net kazancını ifade etmektedir. Ancak mütecavizin tecavüz fiilinin dışında başka hiçbir ürünü satmamış olması halinde dahi genel masraflar bir bütün olarak elde edilen gelirden mahsup edilmeyecek, sadece hammadde ve satış maliyetleri gibi işin doğası gereği oluşan giderler tecavüz yoluyla elde edilen gelirden mahsup edilecektir.
Yoksun kalınan kazancın hesaplanmasında yararlanılabilecek üçüncü yöntem 556 sayılı KHK’nın 66/2-c maddesinde belirtilen “lisans örneksemesi” yöntemidir. Bu yönteme göre, marka sahibi yoksun kalınan kazancın; “marka hakkına tecavüz edenin, markayı bir lisans anlaşması ile hukuka uygun şekilde kullanmış olması hâlinde ödemesi gereken lisans bedeline göre” hesaplanmasını isteyebilir. Marka lisanslarının bir piyasası olmadığından lisans bedeli, objektif olarak her bir somut durum ve şart dikkate alınarak ve emsal lisans bedelleri araştırılıp kıyaslanarak belirlenmelidir. Ayrıca markanın tanınmışlığı, lisansın münhasır olup olmaması gibi etkenler de lisans bedelinin belirlenmesinde hesaba katılır.
Yoksun kalınan kazancın hesaplanmasında hangi hesaplama yöntemi seçilirse seçilsin 556 sayılı KHK’nın 66/3. maddesinde yoksun kalınan
kazancın hesaplanmasında etki edecek diğer unsurlar düzenlenmiştir.
Bu maddeye göre, yoksun kalınan kazancın hesaplanmasında, özellikle markanın ekonomik önemi, markahakkına tecavüz edildiği anda geçerlilik süresi ve tecavüz sırasında markaya ilişkin lisansların sayısı ve çeşidi gibi etkenler göz önünde tutulur. Böylece markanın tanınmışlık derecesi, markayı taşıyan malların ve/veya hizmetlerin piyasadaki pazar payı gibi
hususlarda dikkate alınmalıdır.
556 sayılı KHK’nın 67. maddesinde ise 66/2 maddesindeki yöntemlerden birisi kullanılarak belirlenmiş yoksun kalınan kazancın artırılması
düzenlenmiştir. Buna göre, mahkeme, ürünün satışında markanın ekonomik bakımdan önemli bir katkısının bulunduğu kanaatine vardığı takdirde, kazancın hesaplanmasında makul bir payın daha eklenmesine karar verir. Markanın ilgili ürüne ekonomik bakımdan önemli bir katkısının olduğunun kabul edilebilmesi için, ilgili ürüne olan talebin oluşmasında markanın belirleyici etken olduğunun anlaşılmış olması gerekir (556 sayılı KHK, m. 67).
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacıya ait TPE nezdinde tescilli “SANTA LUCİA+Şekil” ibareli
markanın bulunduğu, davacının bu marka ile Türkiye’de makarna üretimi yaptırdığı ve Tanzanya’ya ihraç ettiği, davalı tarafından kullanılan ibarenin davacı markası ile ayırt edilemeyecek kadar benzer olduğu ve davalının eylemi nedeniyle 2007 yılından itibaren davacının ihracatında azalma olduğu anlaşılmaktadır. Davalı şirketin ticari işletmesinde yapılan tespitlerde “NEW SANTA LUCİA+Şekil” ibaresini taşıyan 547 adet rulo halinde plastik ambalaj ile 800 adet karton kutu tespit edilmiş, ayrıca 76 adet kutu içerisinde 1520 paket makarnanın satışa hazır hâlde bulunduğu belirtilmiştir.
Davalı şirketin ticari defterleri üzerinde yapılan incelemeler sonucunda, davalı şirketin 2006 ve 2007 yılında Tanzanya’ya makarna ihraç ettiği, 2007 yılındaki ihracatında önceki yıla göre iki kattan fazla artış olduğu, dava tarihine kadar 2007 yılındaki tüm ihracatının Tawakal Wholesellers Co. Ltd. isimli şirkete yapıldığı anlaşılmaktadır. Davalı şirketin ticari işletmesinde bulunan “NEW SANTA LUCİA+Şekil” ibareli makarna ambalajlarının arka tarafında Tawakal Wholesellers Co. Ltd. için üretildiğinin yazılı olduğu görülmektedir.
Davacı vekili, maddi tazminatın hesaplanmasında davalının eylemi sonucunda müvekkilinin uğradığı zarar, kâr kaybı, ileriye dönük elde
edilecek faydalardaki azalmalar ve itibar kaybının göz önünde bulundurulmasını talep etmiş, yargılama sırasında alınan ikinci bilirkişi raporu doğrultusunda 556 sayılı KHK’nın 66/2-a maddesi gereğince hesaplanan yoksun kalınan kazanç üzerinden maddi tazminat talebini ıslah etmiştir.
Bu itibarla davacı vekilinin maddi tazminat talebinin sadece yoksun kalınan kazanç için olduğu, her ne kadar yoksun kalınan kazancın hesaplanmasında 556 sayılı KHK’nın 66/2. maddesindeki usullerden hangisini seçtiğini açıkça belirtmemiş ise de dava dilekçesinin ve bilirkişi raporuna göre talebini artırdığı ıslah dilekçesinin içeriğinden tercihinin 556 sayılı KHK’nın 66/2-a maddesi gereğince “marka hakkına tecavüz edenin rekabeti olmasaydı, marka sahibinin markanın kullanması ile elde edilebileceği muhtemel gelire göre” hesaplanacak yoksun kalınan kazanç seçeneği olduğu anlaşılmaktadır.
Öte yandan yargılama sırasında alınan birinci ve ikinci bilirkişi raporlarında yoksun kalınan kazancın 556 sayılı KHK’nın 66/2-a maddesi gereğince hesaplandığı ve yine mahkemenin ara kararı doğrultusunda ikinci
bilirkişi heyetinden 556 sayılı KHK’nın 66/2-b maddesi gereğince hesaplama yaptırılarak ek rapor alındığı görülmektedir.
O hâlde taraf vekillerince dosyaya sunulan bilgi ve belgeler ile mahkemece getirtilen bilgi ve belgelerden davacının yoksun kaldığı kazancının
556 sayılı KHK’nın 66/2-a maddesi gereğince hesaplanmasına esas olabilecek pek çok verinin bulunduğu, bu nedenle sadece zararın gerçek miktarını ispat etmenin mümkün olmadığı hâllerde başvurulabilecek olan 818 sayılı BK’nın 42. maddesinde belirtilen şartların oluşmadığı anlaşılmaktadır.
Bu itibarla yukarıda açıklanan hususlar gözetildiğinde somut uyuşmazlığın sadece hâkimin hukuki bilgisi ile çözümlenemeyeceği dikkate
alınarak 24.11.2016 tarihinde yürürlüğe giren 6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu’nun 3/3. maddesinde belirtilen “Genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz” ilkesi de göz önüne alınmak suretiyle davacının yoksun kalınan kazancının uzman hesap bilirkişileri vasıtasıyla 556 sayılı KHK’nın 66/2-a maddesi gereğince hesaplatılıp sonucuna göre karar verilmelidir.
Hâl böyle olunca; yerel mahkemece Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına, bozma kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan genişletilmiş nedenlerle uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ
1- Yukarıda (I) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin
temyiz isteminin hukuki yarar yokluğundan REDDİNE,
2- Yukarıda (II) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda ve Özel
Daire bozma kararında açıklanan nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince
BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara
geri verilmesine, aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere
18.04.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.


2003 yılından itibaren Barolar Birliği’ne bağlı olarak çalışan Avukat Emre Kurt, kariyerine ticaret hukuku alanında başlamış Londra Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Ticaret Hukuku ve Marka, Patent, Faydalı Model, Telif Hakları yan genel adıyla Fikri Mülkiyet Hukuku alanında uzmanlaşmıştır. Londra Üniversitesi’ndeki ihtisasın ardından Av. Emre KURT özellikle marka, patent ve haksız rekabet hakları konusunda yoğun olarak çalışmaktadır. İyi derecede İngilizce bilmektedir.

Yorum Yaz