May 6, 2020
988 Görüntüleme

Araçtaki Gizli Hatanın Uzun Süre Sonra Ortaya Çıkması

Yazan
banner

Satın alınan malda ayıp iddiasıyla açılan davada davacı tüketici tarafından 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 4. maddesi çerçevesinde sözleşmeden dönme ve bedel iadesi isteminde bulunulmuş ve Yerel Mahkemece kurulan ilk hükümle bu istem yerinde görülmüş ancak sonrasında Özel Dairenin 20.02.2012 tarihli, 2010/569 E., 2011/3350 K. sayılı kararında açıkça “…satın alınıp iyice eskitilen bir aracın gizli ayıplı olduğundan dolayı iadesi ile bedelin tahsiline karar verilmesi taraflar arasındaki hak ve menfaatler dengesini bozar nitelikte olup TMK 2. maddesinde açıklanan iyiniyet kurallarına aykırılık teşkil edeceğinin kabulü gerekir.” denilerek tüketicinin diğer seçimlik haklarından ayıp oranında bedel indirimi veya ücretsiz onarım isteme haklarının değerlendirilmesi, başka bir anlatımla bunlardan birine hükmedilmesi gerektiği şeklindeki gerekçe ile hüküm bozulmuştur. Mahkemece bu bozmaya uyulmakta artık bedel iadesine hükmedilemeyeceği yönünde davalı lehine kazanılmış hak doğmuş olup, uyuşmazlıkta bunun istisnasını teşkil edecek bir hâlin mevcut olmadığı da açıktır.

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2019/13-114 K. 2019/632 T. 30.5.2019

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Davacı vekili müvekkilinin 08.09.2005 tarihinde satın aldığı aracın, 28.11.2008 tarihinde direksiyon kolonu komfor sistemi kontrol ünitesinin, 04.09.2009 tarihinde ise elektronik modül kartel tapasının değiştiğini, değişimin garanti süresinin dışında olmasına rağmen hiçbir ücret alınmayarak davalı satıcı ve yetkili teknik servisin kusurlarını kabul ettiğini, yapılan onarımlara rağmen sonuç alınamadığını, arızaların imalattan kaynaklanan gizli ayıp niteliğinde olduğunu belirterek dava konusu ayıplı malın yenisi ile değiştirilmesine, mümkün olmadığı takdirde araç için ödediği bedelin fatura tarihinden itibaren uygulanacak en yüksek mevduat faizi ile birlikte tahsiline, 20.000,00TL manevi tazminatın davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davacının dava konusu aracı beş yıla yakın bir süre sorunsuz olarak kullandığını, 120.000 km yol kat ettiğini, 15.11.2008 tarihinde arızanın giderildiğini, tamirden sonra da davacının aracı sorunsuz olarak bir yıl kullandığını, sık arıza ve arızanın giderilememesinin söz konusu olmadığını, parça değişiminden sonra yapılan kontrollerde araçta arızaya rastlanmadığını, davacının kusurlu olduğunu, müşteri memnuniyeti açısından garanti süresinin bitmesine rağmen onarım ücretine destek verildiğini, araçta tüketici yasasında tanımlandığı şekilde bir arıza bulunmadığını, bedel iadesi ve manevi tazminat isteminin yasal koşullarının bulunmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece 30.06.2011 tarihinde verilen ilk karar ile araçta bulunan imalattan kaynaklı gizli ayıp nedeniyle tüketicinin sözleşmeden dönme ve bedel iadesi isteminin haklı olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüyle dava konusu aracın davacı tarafından davalıya iadesine, dava konusu araçta hasar nedeni ile oluşan 1.000TL değer kaybının mahsubu ile davacının ayıplı mala ödediği 70.513,50TL’nin faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin istemlerin reddine karar verilmiştir.

Kararın taraflarca temyizi üzerine Özel Dairenin 20.02.2012 tarihli ilk bozma kararında davacının tüm temyiz itirazları reddedilmiş, davalının itirazları yönünden yapılan inceleme sonucunda ise “satın alınıp iyice eskitilen bir aracın gizli ayıplı olduğundan dolayı iadesi ile bedelin tahsiline karar verilmesi taraflar arasındaki hak ve menfaatler dengesini bozar nitelikte olup TMK 2. maddesinde açıklanan iyiniyet kurallarına aykırılık teşkil edeceğinin kabulü gerekir. Bu nedenlerle mahkemece yukarıda belirtilen TKHK 4/2 maddesi de göz önüne alınarak ayıp oranında bedel indirimi ve ücretsiz onarım isteme hakkının da değerlendirilmesi gerekir Mahkemece bu seçenekler üzerinde durulmadan yazılı şekilde aracın değiştirilmesine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.” şeklindeki gerekçe ile hüküm davalı yararına bozulmuştur.

Mahkemece bozma kararına uyulmuş, bilirkişi marifeti ile araçtaki ayıpların giderilmesi için park freni ve şanzımanın komple değişmesi gerektiği ve bu durumun araçta 10.000 TL’lik değer azalması oluşturacağını belirledikten sonra, 21.11.2013 tarihli kararı ile “Araçtaki arızanın, arızanın giderilebilmesi için yapılacak işin niteliği, araçtaki ayıplar nedeni ile oluşacak değer kaybı gözetildiğinde ücretsiz onarım ya da ayıp nedeni ile bedelden indirim yapılması halinde hak ve menfaatler dengesinin tüketici aleyhine bozulacağı, maldaki ayıp iddiasına dayalı bedel iadesinin hak ve menfaatler dengesini sağlayacağı sonucuna varılmıştır.” şeklindeki değerlendirmeyle bir önceki karar ile aynı şekilde davanın kısmen kabulüne dair hüküm tesis edilmiştir.

Her iki tarafın temyizi üzerine hüküm Özel Dairece yukarıda karar başlığında yazılı gerekçelerle bozulmuştur.

Mahkemece, Özel Dairenin ilk bozma kararında diğer seçimlik hakların “değerlendirilmesi” gerektiğine işaret edildiği, buna uygun şekilde araştırma ve değerlendirme yapıldığında bedel iadesi isteminin hak ve menfaatler dengesine uygun olacağı sonucuna varıldığı açıklanmak suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; tüketicinin ayıp nedeniyle sözleşmeden dönme ve bedel iadesi istemiyle açtığı davada, somut olayın özelliklerine göre bedel iadesine karar verilmesinin taraflar arasındaki hak ve menfaatler dengesini bozar mahiyette olduğu ve iyi niyet kuralları ile bağdaşmayacağı, bu nedenle tüketicinin diğer seçimlik haklarından ayıp oranında bedel indirimi ve ücretsiz onarım isteme haklarının da değerlendirilmesi gerektiği yönündeki bozma kararına uyulmasının ayıplı mal bedelinin iadesine karar verilememesi yönünde davalı taraf lehine kazanılmış hak doğurup doğurmadığı noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle kazanılmış hak kavramına kısaca değinilmesinde fayda vardır.

Mülga 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda ( HUMK ) ve 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nda ( HMK ) “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır.

Bu kurum davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir. Anlam itibariyle de, bir davada mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.

Hemen belirtelim ki; bir mahkemenin Yargıtay dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. “Usuli kazanılmış hak” olarak tanımlayacağımız bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirmektedir ( 09.05.1960 gün ve 21/9 Sayılı YİBK ).

Mahkemenin, Yargıtay’ın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli kazanılmış hak doğabileceği gibi, bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usuli kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur ( 04.02.1959 tarihli ve 13/5 Sayılı YİBK ).

Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır:

Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı ( 09.05.1960 gün ve 21/9 Sayılı YİBK ) ya da geçmişe etkili yeni bir kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma kararına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır.

Benzer şekilde uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir ( Hukuk Genel Kurulunun 21.01.2004 tarihli ve 2004/10-44 E., 2004/19 K.; 20.12.2013 tarihli ve 2013/23-131 E,. 2013/1681 K. sayılı kararları ).

Bu sayılanların dışında ayrıca görev konusu, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı ve harç gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez ( Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, C. V, 6. b., İstanbul 2001, s. 4738 vd ).

Ayrıca Yargıtay bozma kararına uyulmakla meydana gelen usuli kazanılmış hak kuralı, usul hukukunun ana esaslarından olmakla ve Yargıtay’ca titizlikle gözetilmekle birlikte bu kuralın açık bir maddi hata hâlinde dahi katı bir biçimde uygulanması bazı Yargıtay kararlarında adalet duygusuyla, maddi olgularla bağdaşmaz bulunmuş ve dolayısıyla giderek uygulamada uyulan bozma kararının her türlü hukuki değerlendirme veya delil takdiri dışında maddi bir hataya dayanması hâlinde usuli kazanılmış hak kuralının hukuki sonuç doğurmayacağı esası benimsenmiştir ( Hukuk Genel Kurulunun 30.11.1988 tarihli ve 1988/2-776 E., 1988/985 K. sayılı kararı ).

Başka bir anlatımla Yargıtay dairesinin vardığı sonuç her türlü değer yargısının dışında hiçbir suretle başka biçimde yorumlanamayacak tartışmasız bir maddi hataya dayanıyorsa ve onunla sıkı sıkıya bağlı ise o takdirde usuli kazanılmış hak kuralı hukuki sonuç doğurmayacaktır.

Bu açıklamalardan sonra somut olaya gelindiğinde;

Satın alınan malda ayıp iddiasıyla açılan davada davacı tüketici tarafından 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 4. maddesi çerçevesinde sözleşmeden dönme ve bedel iadesi isteminde bulunulmuş ve Yerel Mahkemece kurulan ilk hükümle bu istem yerinde görülmüş ancak sonrasında Özel Dairenin 20.02.2012 tarihli, 2010/569 E., 2011/3350 K. sayılı kararında açıkça “…satın alınıp iyice eskitilen bir aracın gizli ayıplı olduğundan dolayı iadesi ile bedelin tahsiline karar verilmesi taraflar arasındaki hak ve menfaatler dengesini bozar nitelikte olup TMK 2. maddesinde açıklanan iyiniyet kurallarına aykırılık teşkil edeceğinin kabulü gerekir.” denilerek tüketicinin diğer seçimlik haklarından ayıp oranında bedel indirimi veya ücretsiz onarım isteme haklarının değerlendirilmesi, başka bir anlatımla bunlardan birine hükmedilmesi gerektiği şeklindeki gerekçe ile hüküm bozulmuştur. Mahkemece bu bozmaya uyulmakta artık bedel iadesine hükmedilemeyeceği yönünde davalı lehine kazanılmış hak doğmuş olup, uyuşmazlıkta bunun istisnasını teşkil edecek bir hâlin mevcut olmadığı da açıktır.

Sonuç itibariyle, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

 


2003 yılından itibaren Barolar Birliği’ne bağlı olarak çalışan Avukat Emre Kurt, kariyerine ticaret hukuku alanında başlamış Londra Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Ticaret Hukuku ve Marka, Patent, Faydalı Model, Telif Hakları yan genel adıyla Fikri Mülkiyet Hukuku alanında uzmanlaşmıştır. Londra Üniversitesi’ndeki ihtisasın ardından Av. Emre KURT özellikle marka, patent ve haksız rekabet hakları konusunda yoğun olarak çalışmaktadır. İyi derecede İngilizce bilmektedir.

Yorum Yaz