Ara 14, 2020
636 Görüntüleme

Eser Tescili 5265

Yazan
banner

Yargıtay 11. HD. T. 18.06.2007, E. 2007/5265, K. 2007/9282

Hukukumuzda, patent, marka ve tasarımda farklı olarak fikir ve sanat eserleri bakımından tescil ilkesi kabul edilmemiştir.


Eserin meydana getirilmesi maddi bir fiildir. Eserin meydana getirilmesiyle birlikte hak da kendiliğinden doğar. Hakkın doğumu için kamuya sunmak veya tescil gibi herhangi bir eylem veya işleme gerek yoktur(m.20/1).

Eser sahipliğinin belirlenmesinde ispat kolaylığını amaçlayan 13/2. madde hükmü, eser üzerindeki hakların kazanımı bakımından bir kamusal tasarrufa bağlamak düşüncesiyle kaleme alınmamıştır.

Kayıt ve tescil ile hak ihdas etmek amacı güdülmemiş, Aksine, bunun mali ve manevi hakların ihlalini önlemeye yönelik olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Tescil müessesesi ile eser sahiplerinin belirlenmesinde ispat kolaylığı sağlanması ve mali haklara ilişkin yararlanma yetkilerinin takip edilmesi amaçlanmıştır.

Fikir ve sanat eserleri bakımından tescil ilkesinin benimsenmemesi, uygulamada hak sahipliğinin belirlenmesinde ispat güçlüklerine yol açmaktadır.

Bu gülükleri aza indirmek düşüncesiyle kanun koyucu hak sahipliği bakımından bazı karinelere yer vermiş olup. 11. ve 12. madde hükümleri, somut olaya ilişkin karinelerdendir. Eser sahipliği her türlü delille ispatlanabilir.

Eserin üzerindeki haklar yine eser sahibine ait olmakla beraber eser sahibinin gizli kalması bu hakların başkasının adı altında kullanılmasını gerektirir.

Fikri hakları eser sahibi hesabına ve kendi adlarına kullanabilecek olan bu şahıslar, eseri yayınlayan ve o da belli değilse çoğaltandır(Madde 12/1). Sahibinin adı belirtilmeyen eser temsil veya icra yoluyla aleniyete kavuşmuşsa, o takdirde temsili icra ettiren veya konferans halinde sunulan bir eserde konferansı veren şahıs eser sahibine ait hakları kullanmaya yetkili sayılacaktır. (Madde 12/2).

Bu şahıslar eser sahibine ait olan hem mali hem de manevi hakları kullanabilecekleri gibi, eser üzerinde sadece borçlandırıcı değil, aynı zamanda tasarrufi işlemleri yapmaya da yetkilidirler.

Ancak, eser sahibinin adına açıklamaya zorlanamazlar. Yayınlayan, çoğaltan, konferansı veren veya temsili icra ettiren kimselerin eser sahibine ait hakları kullanmaya ve eser üzerinde tasarrufa yetkili oldukları yolundaki karine eser sahibine karşı değil sadece üçüncü şahıslara karsı hüküm ifade eder ve bu karine üçüncü şahıslar tarafından değil, adı gizli kalan eser sahibi tarafından çürütülebilir. Bu karinenin aksi ispat olunarak çürütülmesi ve mali hakların bizzat eser sahibi veya mirasçıları tarafından kullanılabilmesi, eser sahibinin kimliğinin koruma süresi içinde açıklanması ve gerekiyorsa ayrıca ispatına bağlıdır.

Manevi haklar bakımından ise, koruma süreleri dolmuş olsa bile eser sahipliğinin ispatı mümkündür. Bu karinenin dışa karşı olan mutlak hükmü, iyi niyetli üçüncü şahısların korunmasını gerektirir.

Yetkili görünen bu kimseler, gerçekte böyle bir yetki ye sahip bulunmasalar bile, bu durumu bilmeyen iyi niyetli üçüncü şahısların onlardan iktisap edecekleri mali bir hak veya kullanma ruhsatı muteber sayılacaktır (Bkz., Türk Fikir ve Sanat Hukuku, Prof. Dr. Şafak N. Erel, Ankara, 1998, s. 83, vd.)

Eserin meydana getirilmesi maddi bir fiildir. Eserin meydana getirilmesiyle birlikte hak da kendiliğinden doğar. Hakkın doğumu için kamuya sunmak veya tescil gibi herhangi bir eylem veya işleme gerek yoktur. (m.20/1) Eser sahipliğinin belirlenmesinde ispat kolaylığını amaçlayan 13/3. madde hükmü, eser üzerindeki hakların kazanım bakımından bir kamusal tasarrufa bağlamak düşüncesiyle kaleme alınmamıştır. Kayıt ve tescil ile hak ihdas etmek amacı güdülmemiş, aksine, bunun mali ve manevi hakların ihlalini önlemeye yönelik olduğu açıkça anlaşılmaktadır.


Mahkemece, dava konusu eserin davalılardan L.D. tarafından okunduÄŸunun ve adına tescilinin yapıldığının Bakanlık yazısında bildirildiÄŸi, Mesam’ın ise eserin “anonim” kaynak kiÅŸinin “Gül Osman – Aşık Ziya”, derlemecisinin “L.D.” olduÄŸunu bildirdiÄŸi, eserin anonim olduÄŸu, davacının herhangi bir tescil belgesinin olmadığı ve davalı L.D.’ın tescil baÅŸvurusu ile davacının açtığı o dava tarihi arasında bir yıllık zaman aşımının da dolduÄŸu, tanık beyanları ile bu gibi davaların ispatının mümkün olmadığı, eseri yazan ve derleyenin bu tür davalarda ilgili kuruluÅŸlarda adına tescil ettirmesinin gerekli olduÄŸu, güfte ile bestenin farklı olduÄŸu gerekçeleri ile, davanın reddine karar verilmiÅŸtir.

Kararı davacı vekili temyiz etmiştir.

Dava 5846 Sayılı FSEK dayalı maddi ve manevi tazminat istemine, imhaya, toplatmaya ilişkindir.

Davacı, şiirin eser sahipliği iddiasına dayanmış ve istemlerini buna göre oluşturmuştur.

Mahkemece, davanın aynı anda hem esastan hem zamanaşımı yönünden reddine karar verilmesi doğru olmadığı gibi, dava tarihi itibariyle haksız eylemin somut olayda devam ettiği ve devam eden haksız eylemler sona ermediğinden zamanaşımının başlamayacağı gözetilmeden, davanın zamanaşımı nedeniyle de reddi doğru olmamıştır.

Davanın esas yönünden reddine dayanak yapılan gerekçelerin irdelenmesine gelince, mahkemece, davalılardan L.D.’ın Mesam ve Bakanlık kayıtlarında adına tescil oluÅŸturduÄŸu, davacının herhangi bir tescil belgesinin olmadığı, bu gibi davalarda eseri yazan ve derleyenin ilgili kuruluÅŸlarda adına tescil yaptırmasının zorunlu olduÄŸu, tanık beyanları ile bu gibi davaların ispatının mümkün olmadığı gerekçelerine de dayanılmıştır.

Mesam kayıtlarında eserin kaynak kiÅŸisinin “Gül Osman – Aşık Ziya” olduÄŸuna yer verilmiÅŸ olup, davacı tanıkları bu kiÅŸinin davacı O.K. olduÄŸunu, davacının halk arasında “Aşık-Gül Osman” olarak tanındığını beyan etmiÅŸlerdir. Mahkemece, davacı tanıklarının bu beyanları deÄŸerlendirilmemiÅŸ olup, anılan kayıtlara itibar eden mahkemenin, kaynak kiÅŸinin gerekçe davacı olup olmadığı üzerinde durmaması doÄŸru olmamıştır.

Kaldı ki, mahkemenin tescil belgesini zorunlu görmesinin, bunu geçerlilik koşulu boyutuna vardırmasının hukuki bir dayanağı bulunmamaktadır. Resmi ya da özel kuruluşlardaki kayıtlar, aksinin kanıtlanması mümkün olan takdiri birer delil niteliğinde olup, tanık ile aksinin ispatına hukuki bir engel bulunmamaktadır. Önemli olan gerçek ve ilk hak sahibinin kim olduğunun tespitidir. Bu ise ispat sorununa ilişkin olup, belge aranması ilke olarak doğru değildir.

5846 Saylı Kanunun 11/1. maddesinde, “yayınlanmış eser nüshalarında veya bir güzel sanat eserinin aslında, o eserin sahibi olarak adını veya bunun yerine tanınmış müstear adını kullanan kimse Aksi sabit oluncaya kadar o eserin sahibi sayılır” hükmüne yer verilmiÅŸtir. Bu bir karine olup, davacının lehine eser sahipliÄŸi karinesinin davalılardan L.D.’dan önce oluÅŸup oluÅŸmadığı üzerinde durulmalıdır.

Böyle bir karine davacı lehine önce oluştuğu taktirde artık eserde adı belirtilen kişi, kendi eser sahipliğini ispatla yükümlü olmayıp, tersine onun eser sahibi olmadığını iddia eden, bu iddiasını ispat durumunda kalacaktır. Bu karinenin oluşabilmesi için adın tam olarak belirtilmesi şart değildir. Bir kısaltma, takma (müstear) ad veya diğer her türlü bir işaret veya rumuz kullanılabilir, yeter ki bunların kime ait olduğu kamu tarafından bilinsin.

Aynı maddenin ikinci fıkrasına göre, umumi yerlerde veya radyo- TV vasıtasıyla temsil ve icrasında, ilk defa kim eser sahibi olarak alışılmış şekilde tanıtılırsa, o kişi aksi kanıtlanana kadar eser sahibi kabul edilir. Bu karine o kişinin eser sahibi olmadığının ispatı ile yahut eser henüz temsil ve icra edilmeden, aslının veya çoğaltılmış nüshalarının değişik bir isim altında başka yollardan kamuya sunulmuş olması halinde hükümden düşer. Diğer yandan eserin hiç adı belirtilmeksizin veya kamu tarafından tanınmayan bir takma ad veya işaretle aleniyet kazanmış olması mümkündür. Bu durum eser sahibi olmayı veya böyle sayılmayı engellemez.

Eserin üzerindeki haklar yine eser sahibine ait olmakla beraber eser sahibinin gizli kalması bu hakların başkasının adı altında kullanılmasını gerektirir. Fikri hakları eser sahibi hesabına ve kendi adlarına kullanabilecek olan bu şahıslar, eseri yayınlayan ve o da belli değilse çoğaltandır(Madde 12/1)ç

Sahibinin adı belirtilmeyen eser temsil veya icra yoluyla aleniyete kavuşmuşsa, o takdirde temsili icra ettiren veya konferans halinde sunulan bir eserde konferansı veren şahıs eser sahibine ait hakları kullanmaya yetkili sayılacaktır(Madde 12/2).

Bu şahıslar eser sahibine ait olan hem mali hem de manevi hakları kullanabilecekleri gibi, eser üzerinde sadece borçlandırıcı değil, aynı zamanda tasarrufi işlemleri yapmaya da yetkilidirler. Ancak, eser sahibinin adına açıklamaya zorlanamazlar.

Yayınlayan, çoğaltan, konferansı veren veya temsili icra ettiren kimselerin eser sahibine ait hakları kullanmaya ve eser üzerinde tasarrufa yetkili oldukları yolundaki karine eser sahibine karşı değil sadece üçüncü şahıslara karsı hüküm ifade eder ve bu karine üçüncü şahıslar tarafından değil, adı gizli kalan eser sahibi tarafından çürütülebilir. Bu karinenin aksi ispat olunarak çürütülmesi ve mali hakların bizzat eser sahibi veya mirasçıları tarafından kullanılabilmesi, eser sahibinin kimliğinin koruma süresi içinde açıklanması ve gerekiyorsa ayrıca ispatına bağlıdır.

Manevi haklar bakımından ise, koruma süreleri dolmuş olsa bile eser sahipliğinin ispatı mümkündür. Bu karinenin dışa karşı olan mutlak hükmü, iyi niyetli üçüncü şahısların korunmasını gerektirir. Yetkili görünen bu kimseler, gerçekte böyle bir yetki ye sahip bulunmasalar bile, bu durumu bilmeyen iyi niyetli üçüncü şahısların onlardan iktisap edecekleri mali bir hak veya kullanma ruhsatı muteber sayılacaktır (Bkz., Türk Fikir ve Sanat Hukuku, Prof. Dr. Şafak N. Erel, Ankara, 1998, s. 83, vd.)

Diğer yandan hukukumuzda, patent, marka ve tasarımda farklı olarak fikir ve sanat eserleri bakımından tescil ilkesi kabul edilmemiştir. Eserin meydana getirilmesi maddi bir fiildir. Eserin meydana getirilmesiyle birlikte hak da kendiliğinden doğar. Hakkın doğumu için kamuya sunmak veya tescil gibi herhangi bir eylem veya işleme gerek yoktur(m.20/1).

Eser sahipliğinin belirlenmesinde ispat kolaylığını amaçlayan 13/2. madde hükmü, eser üzerindeki hakların kazanımı bakımından bir kamusal tasarrufa bağlamak düşüncesiyle kaleme alınmamıştır. Kayıt ve tescil ile hak ihdas etmek amacı güdülmemiş, Aksine, bunun mali ve manevi hakların ihlalini önlemeye yönelik olduğu açıkça anlaşılmaktadır.

Tescil müessesesi ile eser sahiplerinin belirlenmesinde ispat kolaylığı sağlanması ve mali haklara ilişkin yararlanma yetkilerinin takip edilmesi amaçlanmıştır. Fikir ve sanat eserleri bakımından tescil ilkesinin benimsenmemesi, uygulamada hak sahipliğinin belirlenmesinde ispat güçlüklerine yol açmaktadır. Bu gülükleri aza indirmek düşüncesiyle kanun koyucu hak sahipliği bakımından bazı karinelere yer vermiş olup. 11. ve 12. madde hükümleri, somut olaya ilişkin karinelerdendir. Eser sahipliği her türlü delille ispatlanabilir.

Bu durumda, mahkemece, davanın aynı Kanun’un 11. ve 12. madde hükümleri çerçevesinde ele alınması, yukarıda yapılan açıklama ve ilkelerin, somut olay bakımından tartışılması, tarafların dinlenen tanıklar beyanlarının deÄŸerlendirilmesi, davalıların her birinin, davacı karşısındaki hukuki durumunun tek tek ele alınması, taraf delillerinin de tartışılması gerektiÄŸinden uzman bilirkiÅŸi incelemesi yaptırılması, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, açıklanan yönlerden eksik incelemeye dayalı yazılı ÅŸekilde hüküm tesisi doÄŸru olmamıştır.

Eser Koruma Süresi 3915

Eser Sözleşmesi 15-459

eser sahipliği eser sahipliği, eser tescil eser tescil, eser davq eser dava, eser avukat eser avukat, eser ankara dava eser ankara dava, eser ankara tescil eser ankara tescil, fsek dava fsek dava, telif dava telif dava,  fsek ankara dava fsek ankara dava, telif ankara dava telif ankara dava,  telif hakkı ihlali telif hakkı ihlali,  telif hakkı tescili telif hakkı tescili, telif ihlal telif ihlal,  telif tecavüz telif tecavüz, telif ankara tecavüz telif ankara tecavüz.

 

 

 


Ä°letiÅŸim Kurun


2003 yılından itibaren Barolar Birliği’ne bağlı olarak çalışan Avukat Emre Kurt, kariyerine ticaret hukuku alanında başlamış Londra Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Ticaret Hukuku ve Marka, Patent, Faydalı Model, Telif Hakları yan genel adıyla Fikri Mülkiyet Hukuku alanında uzmanlaşmıştır. Londra Üniversitesi’ndeki ihtisasın ardından Av. Emre KURT özellikle marka, patent ve haksız rekabet hakları konusunda yoğun olarak çalışmaktadır. İyi derecede İngilizce bilmektedir.

Yorum Yaz