May 18, 2021
525 Görüntüleme

Adil Yargılanma Hakkı ve Tek Tarafın İddialarıyla Yargılama 27502

Yazan
banner

Daire kararında, mevzuatın ilgili kısımları yönünden ve idarenin Dairenin ara kararlarına verdiği görüşler açısından bir değerlendirme yapılmadığı, yine yargılama aşamalarında dile getirilen iddialar ile kararın düzeltilmesi aşamasında sunulan ve içerik itibarıyla kararda karşılanması gereken hususlar taşıyan belgelere yönelik de açıklamada ve gerekçelendirmede bulunulmadığı görülmüştür. Bu kapsamda başvurucu tarafından ileri sürülen iddia ve belgelerin karar sonucunu etkileyebilecek nitelikte olmasına karşın bu hususlara yönelik hiçbir değerlendirmede bulunulmaması ve idarenin görüşüne üstünlük tanınarak hüküm kurulması başvurucunun davalı idareye nazaran zayıf bir konuma düşürülmesi sonucunu doğurmuştur. Bu durum bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini zedelemiştir.


ATASEVEN ENERJİ ÜRETİM A.Ş. BAŞVURUSU (Başvuru Numarası: 2018/27502) Karar Tarihi: 10/3/2021

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası kapsamında, hakkaniyete uygun yargılanmanın temel unsurlarından birinin de yargılamanın çelişmeli olmasına (Rowe ve Davis/Birleşik Krallık [BD], B. No: 28901/95, 16/2/2000, § 60) dikkat çektikten sonra Sözleşme’deki hakların etkili bir biçimde korunması için davaya bakan mahkemelerin tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi olduğunu belirtmektedir (Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33).

AİHM’e göre silahların eşitliği ilkesi ise taraflara, talep ve açıklamalarını diğer tarafa nazaran dezavantajlı olmayacak şekilde ileri sürebilmeleri için fırsat verilmesini gerektirdiğini ifade etmektedir (Kress/Fransa, B. No: 39594/98, 7/6/2001, § 72).

Kural olarak başvurucular, davanın karşı tarafına tanınan bir avantajın kendisine zarar vermiş olduğunu veya bu durumdan olumsuz etkilendiğini ispat etmek zorunda değildir. AİHM; taraflardan birine tanınan, diğerine tanınmayan avantajın fiilen olumsuz bir sonuç doğurduğuna dair delil bulunmasa da silahların eşitliği ilkesi ihlal edilmiş saymaktadır (Zagorodnikov/Rusya, B. No: 66941/01, 7/6/2007, § 30).

Sözleşme’nin 6. maddesinde davada kullanılan delillerin ispat güçleri ile ilgili bir düzenleme bulunmamakla birlikte AİHM de delilerin kabul edilebilirliği ile ilgili olarak somut davada kullanılan delillerin “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri gözetilerek tartışılıp tartışılmadığını ya da söz konusu delillerin yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmamasına etkisini değerlendirmekte (Tamminen/Finlandiya, B. No: 40847/98, 15/6/2004, §§ 40, 41; Barberà, Messegué ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, §§ 68, 81-89) ve birçok kararında Sözleşme’nin 6. maddesinin adil yargılanma hakkını güvence altına almakla beraber öncelikli olarak ulusal hukuk bağlamında düzenlenmesi gereken bir konu olan delillerin kabul edilebilirliğine ilişkin bir kural ortaya koymadığını belirtmektedir (Schenk/İsviçre, B. No: 10862/84, 12/7/1988, §§ 45, 46; Desde/Türkiye, B. No: 23909/03, 1/2/2011, § 124).

İNCELEME VE GEREKÇE

Mahkemenin 10/3/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

Başvurucu; TEİAŞ tarafından Daireye sunulan görüş yazısından ancak nihai karar ile haberdar olduğunu ve bu görüşe karşı itirazlarını belirtemediğini, söz konusu TEİAŞ görüşü hakkında Dairece hukuka uygunluk denetimi yapılmadığını, objektif bir bilirkişi incelemesine başvurmak yerine söz konusu görüşün nasıl oluşturulduğunun TEİAŞ’a sorulduğunu ve bu görüş uyarınca karar verildiğini ifade etmiştir. Bununla birlikte bir başka dava dosyasına sunulmuş TEİAŞ yazısının da karara dayanak alındığını ve bu hususa yönelik iddiaları da karşılanmaksızın hüküm kurulduğunu, karar verilirken sadece idarenin görüşlerinin dikkate alındığını ve bu görüşler uyarınca karar verildiğini vurgulamıştır. Dosyaya sunulan iki adet uzman mütalaasının dikkate alınmadığını, savunmaları karşılanmaksızın ve iddiaları çürütülmeksizin hüküm kurulduğunu belirterek hakkaniyete uygun yargılanma, gerekçeli karar ve savunma hakları ile silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

Başvurucu ayrıca mülga Lisans Yönetmeliği’nin 38. maddesinin üçüncü fıkrasının (f) bendine göre ekonomik açıdan daha uygun ve daha düşük sistem kaybı sağlayan bağlantı noktası bulunması hâlinde olumsuz görüş verilebileceğini, en yakın TM’nin ise yalnızca daha düşük sistem kaybı sağlayacağını fakat projenin ekonomikliği belirlenirken projenin kurulu gücü ile bağlantısı önerilen TM’nin bağlantı kapasitesi arasındaki dengenin önemli olduğunu, mevzuattaki ilk kriter olan ekonomiklik kriterinin ihmal edildiğini belirtmiştir.

B. Değerlendirme

Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda başvurucunun temel iddiaları, bilirkişi incelemesi yapılmaksızın idarenin iddialarına üstünlük tanınması suretiyle hüküm tesis edildiğine, uyuşmazlığa dair ileri sürdüğü iddiaların etkin bir şekilde incelenmediğine ve iddiaları çürütülmeksizin hüküm kurulduğuna ilişkindir. Buna göre başvurucunun iddialarının adil yargılanma hakkı kapsamında silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca herkes iddia, savunma ve adil yargılanma hakkına sahiptir. Anayasa’nın anılan maddesinde adil yargılanma hakkından ayrı olarak iddia ve savunma hakkına birlikte yer verilmesi, taraflara iddia ve savunmalarını mahkeme önünde dile getirme fırsatı tanınması gerektiği anlamını da içermektedir (Mehmet Fidan, B. No: 2014/14673, 20/9/2017, § 37).

Diğer yandan Anayasa’nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye’nin tarafı olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen silahların eşitliği ilkelerine Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Bu itibarla anılan ilkenin adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriğine dâhil olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Anılan ilkeye uygun yürütülmeyen bir yargılamanın hakkaniyete uygun olması mümkün değildir (Mehmet Fidan, § 38).

Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32). Bu usul güvencesi, uyuşmazlığın her iki tarafına da savunmasının temel dayanağı olan delilleri sunma imkânı tanınmasını kapsamaktadır (Yüksel Hançer, B. No: 2013/2116, 23/1/2014, § 18).

Silahların eşitliği ilkesi kapsamında yapılacak inceleme, başvuru konusu yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığının değerlendirilmesidir (Yüksel Hançer, § 19).

Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ilkesi ışığında taraflara tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma, inceletme noktasında uygun imkânların tanınması ve yargılamaya etkin katılımlarının sağlanması gerekir. Bu anlamda delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsiz olma iddiaları da yargılamanın bütünü kapsamında değerlendirilecektir. Ceza davaları ile medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin davaların usul kuralları da dâhil olmak üzere yargılamanın tüm aşamalarında silahların eşitliği ilkesinin güvence altına alınarak adil yargılanma hakkının korunması hukuk devleti olmanın bir gereğidir (Mustafa Kupal, B. No: 2013/7727, 4/2/2016, §§ 50, 51, 52).Kural olarak Anayasa Mahkemesinin görevi herhangi bir davada bilirkişi raporu veya uzman mütalaasının gerekli olup olmadığına karar vermek değildir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin tarafların öne sürdüğü ve esasa etkili olan iddiaların işin mahiyetinin gerektirdiği ölçüde incelenip incelenmediğini ve özellikle ispat külfeti konusunda taraflardan birinin diğerine nazaran dezavantajlı bir konuma düşürülüp düşürülmediğini denetleme görevi bulunmaktadır (Ahmet Korkmaz, B. No: 2014/16232, 25/1/2018, § 29).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

Başvuru konusu olayda başvurucu; Dairenin idarece sunulan ve işleme dayanak teşkil eden görüş uyarınca hüküm tesis ettiğini, bu görüşün nasıl oluşturulduğunun idareye sorulduğunu, bu bildirim üzerine herhangi bir bilirkişi incelemesi ve hukuka uygunluk denetimi yapılmadan karar verildiğini, bu hususlara yönelik iddiaları da karşılanmaksızın davanın reddedildiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Somut olayda başvurucunun Atares-1 RES Projesi’nin Orhaneli TM’ye ve Atares-2 RES Projesi’nin ise Gemlik TM’ye bağlantı talebi TEİAŞ’ın 26/5/2008 tarihli yazısı ile uygun bulunmuş, sonrasında da aynı doğrultuda dört ayrı görüş verilmiştir. 18/2/2010 tarihli Kurul kararından sonra ise, 4628 sayılı Kanun’un 3. maddesine 5784 sayılı Kanun’un 3. maddesiyle eklenen mülga hüküm uyarınca projelerin revize edilmesi istenilmiş, aynı projeleri sunan başvurucunun lisans başvuruları, bağlantı taleplerinin anılan tesislere en yakın mesafede bulunan Karacabey TM olarak güncellenmemesi ve bu kapsamda projelerin teknik ve ekonomik olarak uygun görülmemesi nedeniyle reddedilmiştir.

Açılan davalarda Dairece 4/3/2011 ve 9/3/2011 tarihli ara kararları ile TEİAŞ’tan belli hususlara yönelik görüş sorulduğu ve ara kararlarına verilen cevaplarda, tüm lisans başvurularının birlikte değerlendirildiği, Atares-1 ve 2 projelerine en yakın TM’nin Karacabey TM hâline geldiği ve ilgililerin en yakın TM’lerin seçmeleri gerektiğinin bildirildiği anlaşılmıştır (bkz. § 17). Ayrıca benzer bir uyuşmazlıkta, Dairenin E.2010/4676 sayılı dosyasında 19/11/2013 tarihinde verilen ara kararına verilen cevapta da en yakın bağlantı noktasına göre başvurusunu uygun olarak gerçekleştiren 698 şirkete uygun görüş verildiği, en yakın bağlantı noktasını tercih etmeyen 22 şirkete ait projenin sistem bağlantısının uygun bulunmadığı, projenin bağlantı noktasının daha uzak TM olarak belirlenmesi hâlinde ek hat maliyetinin çıkacağı, arazideki şehirleşme ve tarım alanları göz önünde bulundurulduğunda yapılaşma nedeniyle hat maliyetinin daha da artacağı, tarım alanları nedeniyle de kamulaştırma maliyetlerinin yüksek olacağı ifade edilmiştir (bkz. § 18). Dairece söz konusu ara kararları cevapları uyarınca, anılan projelere daha yakın TM bulunması sebebiyle olumsuz bağlantı görüşü verilmesinde ve başvurucunun üretim lisansı başvurularının reddedilmesinde hukuka aykırılık görülmediği belirtilmiştir.

Yukarıda anılan mülga Lisans Yönetmeliği’nin 38. maddesinin üçüncü fıkrasının (f) bendinde, rüzgâr enerjisine dayalı üretim tesisi bağlantı taleplerinde; talep edilen bağlantı noktasına oranla ekonomik açıdan daha uygun ve daha düşük sistem kaybı sağlayan bağlantı noktası bulunması durumunda projeye yönelik olumsuz görüş verilebileceği hüküm altına alınmıştır. TEİAŞ tarafından da başvurucunun bağlantı taleplerine, projelerde önerilenden daha yakın mesafede TM bulunduğundan ve bu nedenle projelerin teknik ve ekonomik olarak uygun görülmediğinden olumsuz görüş verilmiş, bu olumsuz görüşün Kurulca uygun bulunması suretiyle de başvurucu Şirketin lisans başvuruları reddedilmiştir.

Kararın düzeltilmesi aşamasında başvurucu tarafından RES projelerinin teknik ve ekonomik yönden uygunluğuna yönelik 14/2/2018 ve 20/2/2018 tarihli iki ayrı uzman mütalaası dava dosyalarına sunulmuştur. Anılan 14/2/2018 tarihli uzman mütalaasında, Atares-1 RES Projesi için önerilen Orhaneli TM bağlantısının geri ödeme süresinin Yönetmelik’te belirtilen 10 yılın çok altında 6 yıl 6 ay olduğu, yine bahsedilen proje için iletim sistemi güç kaybı oranının TEİAŞ’ın 154 kV gerilim seviyesindeki enerji nakil hatları için kabul edilebilir bulduğu %2,5-%3 güç kaybı oranının çok altında %1 ile sınırlı bulunduğu ve Atares-1 Projesi’nin Orhaneli TM’ye bağlanmasının ekonomik olarak uygun olduğu belirtilmiş, Atares-2 RES Projesi için önerilen Gemlik TM bağlantısının geri ödeme süresinin 5 yıl 6 ay, iletim sistemi güç kaybı oranının ise %1,8 oranında olacağı ve bu bağlantının da ekonomik olarak uygun olduğu ifade edilmiştir. 20/2/2018 tarihli uzman mütalaasında ise, daha yakınında TM bulunmasına karşın daha uzaktaki TM’ye bağlantı izni verildiği belirtilen projelere yer verilmiş ve ayrıca Atares-1 ve Atares-2 projelerine teknik ve ekonomik değerlendirmeler kapsamında TEİAŞ tarafından verilen dört adet uygundur onayı sonrası uygulanan uzaklık kriteri değerlendirmesinin aynı tarihli birçok projeye uygulanmadığı belirtilmiştir (bkz. § 22).

Başvurucu; bahsi geçen RES projeleri için önerdikleri bağlantı noktalarının ekonomik olarak uygun olduğunu, Atares-1 RES Projesi için tercih edilen Orhaneli TM 70 MW, Atares-2 RES Projesi için tercih edilen Gemlik TM 100 MW gücünde iken önerilen Karacabey TM’nin 54 MW gücünde olduğunu, önerilen TM ile tercih edilen TM’lerin toplam gücü arasında 116 MW’lik fark bulunduğunu, bu fark dolayısıyla üretilecek enerjinin miktarının da milyarlarca TL değişeceğini belirtmiştir. Öte yandan Yönetmelik’te yer alan ekonomik açıdan daha uygun olma hususunun sadece daha yakın TM’ye yani iletim hattının uzunluğuna bağlanamayacağını, bu hususa yönelik iddialarının karşılanmadığını ve sadece idare görüşüne dayanılarak karar verildiğini ileri sürmüştür.

Başvurucu tarafından yargılamanın tüm aşamalarında, projenin ekonomik olmasının sadece bağlantı noktasının yakın olması ile açıklanamayacağı, bağlantı noktasının gücü nedeniyle de üretilecek enerji miktarının ve projenin ekonomikliğinin değişeceği, bu kapsamda mevcut başvurularının ekonomik olduğu belirtilmiş ve dava dosyalarına bu hususa yönelik bilgi ve uzman mütalaası eklenilmiştir. Buna karşın Dairece, kararın sonucu yönünden önem taşıyabilecek ve idarenin işlemin gerekçesini dayandırdığı projenin ekonomik olarak uygunluğu konusunda ileri sürülen hususlar açısından herhangi bir değerlendirmede bulunulmadığı, söz konusu hususta idarenin görüşüne üstünlük tanınarak karar verildiği anlaşılmıştır.

Buna göre Daire kararında, mevzuatın ilgili kısımları yönünden ve idarenin Dairenin ara kararlarına verdiği görüşler açısından bir değerlendirme yapılmadığı, yine yargılama aşamalarında dile getirilen iddialar ile kararın düzeltilmesi aşamasında sunulan ve içerik itibarıyla kararda karşılanması gereken hususlar taşıyan belgelere yönelik de açıklamada ve gerekçelendirmede bulunulmadığı görülmüştür. Bu kapsamda başvurucu tarafından ileri sürülen iddia ve belgelerin karar sonucunu etkileyebilecek nitelikte olmasına karşın bu hususlara yönelik hiçbir değerlendirmede bulunulmaması ve idarenin görüşüne üstünlük tanınarak hüküm kurulması başvurucunun davalı idareye nazaran zayıf bir konuma düşürülmesi sonucunu doğurmuştur. Bu durum bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini zedelemiştir.

Öte yandan başvurucu, Daire kararına dayanak alınan idare görüşünün tarafına tebliğ edilmediğini ve bu görüşe karşı itirazda bulunamadığını ileri sürmekte ise de başvuru formu ekinde yer alan belgelerden başvurucunun söz konusu idare görüşünün içeriğinden Daire kararı ile birlikte bilgi sahibi olduğu, itirazlarını temyiz ve karar düzeltme aşamalarında ileri sürebildiği anlaşıldığından bu husus yönünden açık ve görünür bir ihlal bulunmadığı sonucuna varılmıştır.


2003 yılından itibaren Barolar Birliği’ne bağlı olarak çalışan Avukat Emre Kurt, kariyerine ticaret hukuku alanında başlamış Londra Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Ticaret Hukuku ve Marka, Patent, Faydalı Model, Telif Hakları yan genel adıyla Fikri Mülkiyet Hukuku alanında uzmanlaşmıştır. Londra Üniversitesi’ndeki ihtisasın ardından Av. Emre KURT özellikle marka, patent ve haksız rekabet hakları konusunda yoğun olarak çalışmaktadır. İyi derecede İngilizce bilmektedir.

Yorum Yaz