Haz 7, 2021
814 Görüntüleme

Muvazaa ve Muris Muvazaası 1-1265

Yazan
banner

Hukukumuzda muvazaa 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 19. (mülga 818 Sayılı Borçlar Kanunu’nun 18. ) maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddede, “Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir.

Bu yasal düzenlemeye göre muvazaa; sözleşmenin taraflarının üçüncü kişileri aldatmak amacı ile kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları başka bir değişle irade ile beyan arasında kasten aykırılık yaratmaları olarak tanımlanabilir.

Muvazaa; mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır.

Mutlak muvazaada, taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı istememekte, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunmaktadırlar. Bu şekilde yapılan sözleşmeyle, taraflar aralarında hiçbir şekilde hüküm ve sonuç doğurmayan, dışarıya karşı yapılmış görünümü verdikleri bir sözleşme üzerinde anlaşmaktadırlar. Mutlak muvazaada nispi muvazaadan farklı olarak tek bir sözleşme bulunmaktadır.

Nispi muvazaada ise, taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak istemekte, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görünüşü yaratmak suretiyle irade açıklamasında bulunmaktadırlar. Bir başka deyişle; taraflar aralarında iradelerine uygun olarak yaptıkları bir sözleşmeyi, gerçek iradelerine uymayan ve dışa karşı yaptıkları görünür bir sözleşmeyle gizlemektedirler. Nispi muvazaada, görünürdeki sözleşme ve gizlenen sözleşme olarak iki sözleşme bulunur.

Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. .

Muris Muvazaası: Türk Borçlar Kanunu’nda, genel muvazaa ile ilgili belirtilen yasal düzenleme dışında muris muvazaasına ilişkin bir yasal düzenleme yer almamaktadır.

Muris muvazaasının hukuki dayanağını; Yargıtay İçtihatları, bilimsel görüşler esas olarak da 1.4.1974 tarih ve 1/2 Sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı oluşturmaktadır.

Yargıtay Büyük Genel Kurulunun, 1.4.1974 tarih ve 1/2 Sayılı içtihadı Birleştirme Kararı ile “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” karar verilmiştir.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2017/1-1265 K. 2020/764 T. 14.10.2020

: Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Bakırköy 7. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Hemen belirtilmelidir ki; irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 19. (mülga 818 Sayılı Borçlar Kanunu’nun 18. ) maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddede;

“Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir.

1Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.

Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı ) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.

Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri ) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.

Eldeki davanın konusunu oluşturan ve “muris muvazaası” olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır. Muvazaa davalarının büyük bölümü muris muvazaasına ilişkin bulunmaktadır.

Az yukarıda açıklanan Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay İçtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını 1.4.1974 tarih ve 1/2 Sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı oluşturmaktadır.

1.4.1974 tarih ve 1/2 Sayılı içtihadı Birleştirme Kararı ile; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” karar verilmiştir.

1.4.1974 gün ve 1/2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, mirasbırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.

Muris muvazaasında, mirasbırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, mirasbırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği ) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği ) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşınmaktadır.

Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçıları aldatmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 1.4.1974 tarih ve 1/2 Sayılı içtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde mirasbırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.

23. Bu nedenle, mirasbırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 1.4.1974 tarih ve 1/2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.

Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 190/1. maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca, mirasbırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.

Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında mirasbırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.

Davayı açan mirasçılar, mirasbırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dahil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, mirasbırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukuki yararlarının bulunduğu da açıktır.

Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.

Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir.

Somut olaya gelindiğinde ise 1926 doğumlu olan kök muris …… 23.11.2003 tarihinde ölmüş olup, geride ilk eşi …..’den olma kızı … ile davalı oğlu … ile ikinci eşi … ve bu eşinden olma kızları ….. mirasçı olarak kalmışladır. Mirasçı kızı …’un 17.05. 2006 tarihinde vefatı ile de onun mirasçıları olan sağ eşi … ile çocukları ….. ve … tarafından eldeki dava açılmıştır.

Davaya konu 4010 parsel sayılı taşınmazın ise 194/500 arsa payı mirasbırakan adına kayıtlı iken bu paydan taşınmaz üzerinde inşa edilecek olan apartmanın (9 ) ve (10 ) numaralı meskenlerin kat irtifakına ayrılan 80/500 payını toplam 500.000.000TL bedelle 24.02.1997 tarihinde davalı oğlu …’e satış suretiyle devrettiği anlaşılmaktadır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, davacı tarafça temlikin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunun ispatı bakımından gösterilen tanıklar dinletilememiş ise de delil listesinde dayanılan diğer delillerden mirasbırakanın PTT’den emekli olduğu ve maaş aldığı, temlik tarihi itibariyle 4010 parsel sayılı taşınmazda davalıya devrettiği paylar dışında üç mesken ile bir dükkana isabet eden payın daha adına kayıtlı olduğu, ayrıca memleketi olan Bolu İli, Aşağıkuzören Köyünde arsa ve tarla niteliğinde çok sayıda taşınmazının bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda, yüklü miktarda malvarlığı ve geliri olan mirasbırakanın taşınmaz satmasını gerektirir nitelikte büyük bir ihtiyaç ya da haklı bir nedeninin bulunduğundan söz edilemez. Diğer yandan, cevap dilekçesinde (9 ) ve (10 ) numaralı meskenlerin kat irtifakına ayrılan payların bedeli karşılığında davalıya satıldığı savunulmuş, davalı tanıkları tarafından da mirasbırakanın köyünde yaptırdığı ev nedeniyle davalı oğluna yüksek miktarda borçlandığı, zaman içerisinde aldığı paraların listesini tuttuğu ve en sonunda dava konusu dairelere tekabül eden payı başkasına satmak yerine rayiç bedelini emlak işi yapan kişilerden öğrenip aradaki farkı nakit olarak almak suretiyle oğluna sattığı beyan edilmiş ise de mahkemece yapılan keşif ve alınan bilirkişi raporlarına göre köyde inşa edilen ev ile devri yapılan iki dairenin değerleri arasında oldukça yüksek oranda fark bulunduğu gibi davalının fark bedeli ödediğine dair bir belge de sunulmamıştır. Murisin borcunu ödemek gibi bir gayesi olması halinde sadece bir daireye tekabül eden payı devredip aradaki farkı nakit olarak alması gerekirken, İstanbul’da bulunan iki ayrı daireye ait payları devretmesini gerektirir bir nedenin bulunmadığı açıktır. Bunların yanında, davalının murisin tek erkek evladı olduğu, dinlenen davalı tanık beyanlarına göre de kök murisin kızı … ile aralarının iyi olmadığı ve hiç konuşmadıkları dikkate alındığında Hukuk Genel Kurulu çoğunluğu tarafından, mirasbırakanın davaya konu payları mal kaçırmak kastıyla ve muvazaalı olarak üstün tuttuğu tek erkek evladına devrettiği sonucuna varılmıştır. Belirtilmelidir ki, somut olayda resmi akitte gösterilen satış bedeli ile dairelerin mahkemece belirlenen gerçek değeri arasında fahiş bir fark da bulunmaktadır. Yargıtay’ın yerleşik kararlarında kabul edildiği üzere salt bedeller arasındaki oransızlık muvazaanın varlığının kanıtı için tek başına delil olmasa da tüm deliller ile yukarıda açıklanan objektif olgular bir arada değerlendirildiğinde muvazaanın varlığının bir göstergesi olduğu açıktır.

Bu durumda, yerel mahkemece temlikin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu kabul edilerek verilen direnme kararı yasal düzenleme ve ilkelere uygun olup, yerindedir.

Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; bir kısım üyeler tarafından Özel Daire ile ilk derece mahkemesi arasındaki uyuşmazlığın mirasbırakan tarafından yapılan temlikin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup olmadığının ispat yükü altındaki davacı tarafça kanıtlanıp kanıtlanamadığı noktasında topladığı, bu kapsamda bakıldığında davacı tarafın murisin mal kaçırmasını gerektirir maddi vakıaları dava dilekçesinde göstermediği, sadece bedeller arasındaki fark ile murisle davalının baba-oğul olması vakıalarına dayandığı, bunların ise murisin mal kaçırma iradesinin ortaya konulması için yeterli olmadığı gibi bu hususta tanık dahi dinletilemediği, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 191. maddesine göre ispat yükünü taşıyan tarafın iddiasının doğru olmadığı hakkında karşı tarafın delil sunabileceği, ancak karşı ispat faaliyeti için delil sunan tarafın ispat külfetini üzerine almayacağı, somut olayda da davalı tarafın gösterdiği tanık dahil tüm delillerle karşı ispat faaliyetini gerçekleştirerek, köyünde yaptırdığı ev nedeniyle oğluna yüksek miktarda borçlanan murisin zaman içerisinde aldığı borç paranın listesini tuttuğu, mirasçıları arasında hak kaybı olmaması için de dava konusu daireleri başkasına satmak yerine rayiç bedelini öğrenip aradaki farkı nakit almak suretiyle oğluna sattığını ve böylece temlikin bedeli karşılığında yapıldığını kanıtladığı, bu durumun davanın davacılar yararına sonuçlanmasında hukuki yararı bulunan murisin ikinci eşi tarafından dahi dile getirildiği, ayrıca davalının alım gücü bulunduğu gibi murisin çok sayıda başka taşınmazının da bulunduğu gözetildiğinde iddianın kanıtlanamadığı, davalı tanık beyanlarından da davacılar lehine sonuç çıkarılmasının HMK’nın 191. maddesine uygun olmadığı belirtilerek, direnme kararının Özel Daire bozma kararındaki nedenlerle bozulması gerektiği görüşü dile getirilmiş ise de bu görüş çoğunluk tarafından benimsenmemiştir.

Hal böyle olunca, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanmasına karar verilmiştir.

KARŞI OY

1. Özel Daire ile yerel mahkeme arasındaki temel uyuşmazlık, somut olayda miras bırakan tarafından satış suretiyle davalı oğluna yapılan pay temlikinin diğer mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu iddiasının davacı tarafça kanıtlanıp kanıtlanamadığı, varılacak sonuca göre davanın reddinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

2. Yerel mahkemece “murisin emekli işçi aylığı ile üç dairesinden kira gelirinin bulunduğu, taşınmaz satışını gerektirir bir ihtiyaç ve zaruret durumunun söz konusu olmadığının anlaşıldığı, dava konusu payın satışından sonra da murisin ekonomik durumunda bir iyileşme ya da değişme olmadığı, murisin bu satıştan bir yıl sonra 27.03.1998 tarihinde taşınmazdaki bir dairesini üçüncü bir kişiye satıp aynı tarihte diğer bir daireyi de satın aldığı, bu durumun da Bolu’ya yerleşmek niyeti ile İstanbul’daki taşınmazlarını elinden çıkarmak maksadı ile hareket etmediğini gösterdiği, taşınmazın satış bedelinin ödendiği hususuna yönelik mahkemeye kanaat verici nitelikte başkaca delil sunulmadığı, bu itibarla bedelin ödediği olgusunun kanıtlanamadığı, murisin aynı taşınmazda 1 dükkan ile 2 daire ve köyünde 12 parça taşınmazının bulunduğu ve murisin pay devri ile akit tarihi itibariyle malvarlığının % 26’sını, ölüm tarihi itibariyle de % 31’ini terekeden çıkardığı, ancak terekesinden satış bedelinin çıkmadığı, sonuç olarak murisin diğer yasal mirasçılarından mal kaçırmak ve bağış amacını gizlemek için davalıya rayiç değerinin çok altındaki bir bedelle satış işlemi yaptığının tereddütsüz olarak saptandığı gerekçesiyle” davanın kabulüne karar verilmiştir.

3. Kararın davalı tarafından temyizi üzerine Özel Dairece “Somut olayda; davacıların iddialarını ispat edecek deliller ortaya koymadıkları, aksine davalı tanıklarının, özellikle mirasbırakanın ikinci eşi olan ve davanın kabulü halinde mirasçı sıfatı ile taşınmazda pay sahibi olabilecek Huriye’nin, davalının taşınmazı bedeli karşılığında satın aldığını beyan ettiği, mirasbırakanın davalı oğlunu tercih etmesini gerektirir somut bir belge ve bilgi sunulamadığı, mirasbırakanın satış akdiyle yaptığı pay temlikinin gerçek iradesini yansıttığı, dava konusu taşınmazların davalıya temlikinin muvazaalı olmayıp gerçek satış olduğu, davacıların iddialarını HMK190/1 TMK 6. maddesi uyarınca kanıtlayamadıkları, akitte gösterilen bedelin akit tarihindeki gerçek bedelden düşük ise de, salt bedeller arasındaki oransızlığın tek başına muvazaanın delili olamayacağı”, davanın reddi gerektiği gerekçesi ile bozulmasına karar verilmiştir.

4. Yerel mahkemece ilk karardaki gerekçelerle direnmesi üzerine Hukuk Genel Kurulunda çoğunluk görüşü ile ilk derece mahkemesi kararı benimsenerek, “murisin diğer mirasçılarından mal kaçırma amacı ile davalıya iki adet taşınmazı düşük bedel göstererek sattığı, satış bedelinin ödendiğinin kanıtlanamadığı, düşük bedel ve bedel ödenmemesinin muvazaa kriterleri olduğu” gerekçesi ile kararın onanmasına karar verilmiştir.

5. Çoğunluğun görüşü aşağıda açıklanan gerekçe ve özellikle dosyada davacıların salt baba-oğul olma ve tapuda düşük bedel gösterme kriterlerine dayanmaları, bu kriterlerin muristen mal kaçırılma için yeterli olmaması ve ispat külfeti kendilerinde olmasına rağmen kanıtlayamamaları karşısında isabetli olmamıştır.

6. Uyuşmazlığın çözümü için genel olarak ispat yükü, murisi muvazaasında ispat yükü, muvazaa ve muris muvazaası kavramlarına da bakmak gerekir.

6.1.Genel olarak ispat yükü, iddia ve savunmaya dayanak gösterilen ve mahkemenin karar vermesinde etkili olacak olguların taraflardan kim tarafından ispat edileceğini içermektedir. TMK.’nın 6. maddesine göre “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların (vakıaların ) varlığını ispat ile yükümlüdür. Söz konusu vakıaların somut olarak ileri sürülmesi, ilgili taraf için bir yük olup bu yükü yerine getirmeyen taraf sonuçlarına katlanacaktır (Koca, Geylani. Yeni “Hukuk Muhakemeleri Kanunu” (HMK ) ile Usul Hukukumuzda Yapılan Değişiklikler ve Uygulamadaki Sorunlara Getirilen Çözümler, İBD Mart- Nisan 2011, C. LXXXV, S.2. s. 140., Bolayır, Nur. Hukuk Yargılamasında Delillerin Toplanmasında Tarafların Ve Hâkimin Rolü, İstanbul 2014. S. 42 ). Taraflar ispat hakkı sayesinde, iddia ettikleri vakıaların doğruluğunu, gerekli ispat araçlarını kullanarak zamanında ve kanun tarafından öngörülmüş şekilde ispat etmek imkanına kavuşmaktadırlar. İspat hakkı delillerin toplanması faaliyetinin temelini oluşturmaktadır (Bolayır, …e., s.57 ).

Diğer taraftan fiili karineler, tarafların olay iddialarının doğruluğu veya bir delilin güvenilebilirlik derecesi hakkında hakimin kanaat edinmesine yarayan, yaşam tecrübelerinin ortaya koyduğu, hukukla ilgili bulunmayan değer hükümleri olarak kabul edilmektedir. Ancak bu fiili karineler, tarafın ispat yükünü ortadan kaldırmaz.

6.2. Muris muvazaasında ispat yükü: Genel kural burada da geçerli olup, ispat yükü iddia eden davacı taraftadır. Muris muvazaası nedeniyle açılan tapu iptal davalarında davacının yapacağı iş kendisinden değil, terekeden mal kaçırılmak için tapulu taşınmazın muvazaalı temlik edildiğini, dava tarihinde kendisinin de mirasçı olduğunu ispat etmekten ibarettir.

6.3. Hukukumuzda muvazaa 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 19. (mülga 818 Sayılı Borçlar Kanunu’nun 18. ) maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddede, “Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir.

Bu yasal düzenlemeye göre muvazaa; sözleşmenin taraflarının üçüncü kişileri aldatmak amacı ile kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları başka bir değişle irade ile beyan arasında kasten aykırılık yaratmaları olarak tanımlanabilir.

Muvazaa; mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır.

Mutlak muvazaada, taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı istememekte, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunmaktadırlar. Bu şekilde yapılan sözleşmeyle, taraflar aralarında hiçbir şekilde hüküm ve sonuç doğurmayan, dışarıya karşı yapılmış görünümü verdikleri bir sözleşme üzerinde anlaşmaktadırlar. Mutlak muvazaada nispi muvazaadan farklı olarak tek bir sözleşme bulunmaktadır.

Nispi muvazaada ise, taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak istemekte, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görünüşü yaratmak suretiyle irade açıklamasında bulunmaktadırlar. Bir başka deyişle; taraflar aralarında iradelerine uygun olarak yaptıkları bir sözleşmeyi, gerçek iradelerine uymayan ve dışa karşı yaptıkları görünür bir sözleşmeyle gizlemektedirler. Nispi muvazaada, görünürdeki sözleşme ve gizlenen sözleşme olarak iki sözleşme bulunur.

Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. .

6.4. Muris Muvazaası: Türk Borçlar Kanunu’nda, genel muvazaa ile ilgili belirtilen yasal düzenleme dışında muris muvazaasına ilişkin bir yasal düzenleme yer almamaktadır.

Muris muvazaasının hukuki dayanağını; Yargıtay İçtihatları, bilimsel görüşler esas olarak da 1.4.1974 tarih ve 1/2 Sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı oluşturmaktadır.

Yargıtay Büyük Genel Kurulunun, 1.4.1974 tarih ve 1/2 Sayılı içtihadı Birleştirme Kararı ile “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” karar verilmiştir.

1.4.1974 gün ve 1/2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, miras bırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.

Muris muvazaasında, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmakta, görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak tapulu taşınmazın temlikini istemektedirler. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği ) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Muris muvazaasının genel olarak nispi muvazaa türü olduğu anlaşılmaktadır.

Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur mirasçıları aldatmak amacıyla yapılmasıdır. Muris muvazaası davalarının dayanağı olan, 1.4.1974 tarih ve 1/2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıkça belirtildiği üzere, bu muvazaa türünde miras bırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.

Muris muvazaasının varlığından söz edilebilmesi için miras bırakanın terekeden mal kaçırma amacıyla hareket ettiği, temlikte gerçek irade ve amacının mal kaçırmak olduğunun açıkça ispatlanarak saptanması gerekir.

Muris muvazaasında temel dört unsur aranmaktadır.

1- ) Görünürde işlem: Muris muvazaasında miras bırakan ve sözleşmenin karşı tarafının iradesi muvazaalı işlemin meydana gelmemesi konusunda birbirine uygundur. Kısaca yapılan satış veya bağış geçersizdir.

2- ) Gizli İşlem: Miras bırakan ve sözleşmenin karşı tarafının görünürdeki sözleşmenin arkasına saklayarak, kendi aralarında yaptıkları ve hüküm ve sonuç doğurmasını istedikleri sözleşmedir. Burada görünürdeki sözleşmenin aksine tarafların irade ve beyanları arasında uygunluk söz konusudur (Hatipoğlu, Z. Uyar. Yargıtay İçtihatlarına Göre Muris Muvazaasında Miras Bırakanın Asılİradesinin Tayini. https://dergipark.org.tr/tr/ download/article-file/322780. s. 120 ).

3- ) Muvazaa anlaşması: Miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafının muvazaalı işlemi mirasçıları aldatmak amacıyla yaptıkları ve kendi aralarında bu sözleşmenin hüküm ifade etmeyeceği konusunda vardıkları anlaşmadır (ANTALYA, Gökhan: Borçlar Hukuku Genel Hükümler Cilt I, LegalYayıncılık, Eylül 2016. s.73 ).

4- ) Mirasçıları aldatma kastı (Mirastan mal kaçırma kastı ): Yargıtay’ın1974 tarihli yukarda belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararı ve sonrası yerleşik içtihatlarına göre muris muvazaasının oluşması için mutlaka miras bırakan muvazaalı işlemi yaparken mirasçılarını aldatma kastı içinde bulunmalı ve muvazaalı işlemiyapmadaki amacı mirastan(terekeden ) mal kaçırmak olmalıdır. O halde muris muvazaasında muvazaalı işlem yetmemekte, ayrıca mirasçılardan mal kaçırma kastı da olmalıdır.

Görüldüğü gibi muris muvazaasında murisin (miras bırakanın ) asıl iradesi önem kazanmaktadır. Miras bırakanın asıl tapulu bir taşınmaz mal gerçekte bağışlanmasına rağmen tapuda satış gibi gösterilerek devredilmişse, Borçlar Hukuku anlamında muvazaa vardır; ancak muris muvazaasından söz edebilmemiz için bu devrin yapılma amacının mirasçılardan mal kaçırmak olması gerekmektedir. Bu bakımdan miras bırakanın yaptığı muvazaalı işlemdeki asıl iradesinin tespiti hukuki nitelendirme yapabilmek için oldukça önemlidir (Hatipoğulu, …e., s. 122 ).

Bir iç sorun olan, gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması oldukça zordur. Bunun içinde mahkemece, bu yöndeki tüm taraf delillerinin toplanması, tüm olgu ve karinelerin tespit edilmesi, özellikle, ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılması gerekir. Diğer taraftan miras bırakanın temlik yaparken, mirasçıların saklı payını gözetmemesi de önemli bir kriterdir.

Ancak iradeyi belirleyen bu fiili karinelerden bir yada birkaçının bulunması muvazaalı işlem görünüşü kabul edilse dahi, mirastan mal kaçırma kastı için yeterli olmayabilir. Örneğin somut uyuşmazlıkta olduğu gibi salt satış bedelinin düşük gösterilmesi veya miras bırakanın davacıların murisi olan mirasçı kızı ile beşeri ilişkisi gibi.

7. Somut uyuşmazlık: Davacılar, ortak miras bırakanın maliki olduğu taşınmazdaki 184/502 payın 80/502 payını diğer mirasçılardan mal kaçırmak ve onları miras hakkından yoksun bırakmak maksadıyla davalı oğluna 500.000.000 (Eski TL ) bedelle satış göstermek suretiyle devrettiği, tarafların baba oğul olmaları ve satılan pay değerinin gerçek değerinden düşük olması nedeniyle işlemin aslında satış değil bağış olduğu iddiasıyla miras payı oranında tapunun iptalini istemişler, davalı savunmasında, dava konusu payın muris tarafından bedeli karşılığında satıldığını, muvazaa ve mal kaçırma iddialarının yerinde olmadığını ileri sürmüştür.

Davacılar iki olguya (vakıaya ) dayanmışlardır. Bunlardan ilki miras bırakan ile taşınmaz temlik edilen kişi arasında baba-oğul ilişkisi olması, diğeri ise taşınmaz devirlerinin bağış olmasına rağmen düşük bedelle satış gösterilmesidir. Bunun dışında herhangi bir vakıa ve bu vakıayı ispat edecek delille dayanmamışlar ve tanık dinletmekten de vazgeçmişlerdir.

Toplanan taraf delilleri ve olgulardan; tarafların ortak miras bırakanı…’in 1993-1995 yıllarında köyde iki katlı ev inşa ettirdiği sırada davalının çeşitli tarihlerde murise para gönderdiği, murisin borç aldığı paraları liste halinde miktarını belirlediği, borcunu nakit olarak ödeyemeyince de 1997 yılında dava konusu iki dairenin rayiç değeri emlakçı tarafından belirlendikten sonra borç alınan para mahsup edilip bakiye bedelin davalı tarafından murise ödendiği, murisin aynı taşınmazda iki daire ve bir dükkanı ile Bolu’da köyde ev inşa ettirdiği 1057 parsel dahil 12 taşınmazının bulunduğu, emekli maaşı dışında kira ve tarımsal geliri olduğunun iddia ve ispat edilmediği, davalının ise işçi emeklisi olup 1983 tarihinden itibaren Atatürk Hava Limanında kendine ait taksi ile taksicilik yaptığı gelirinin ve alım gücünün bulunduğu saptanmıştır.

Somut uyuşmazlıkta davacı taraf iddiası ve direnme kararında belirtildiği gibi ispat yükü kendisinde olan davacı taraf iki karineye dayanmıştır. Bunların ilki taşınmazın temlik bedeli ile gerçek değeri arasındaki aşırı oransızlık, ikincisi ise davacıların miras bırakanı … ile davalının anne baba bir kardeş oldukları davalı tanık beyanlarıyla, …’nın yıllardır görüşmemesidir. Bu iki karinegörünüşte işlem ve miras bırakanın beşeri ilişkisi muvazaa için yeterli kabul edilse dahi, muris muvazaasının varlığını için yeterli değildir. Zira davacı tarafın, temlikin mirasçıdan mal kaçırmak amacıyla yapıldığını, işlemin gerçekte satış değil bağış olduğunu ve miras bırakanın temlikteki iradesini açıkça kanıtlaması gerekir.

Belirtilen ilkeler ve deliller birlikte değerlendirildiğinde; miras bırakanın davalı oğlundan ev inşası için borç para aldığı, bu borcun miras bırakan tarafından listelenip 7-8 milyar civarında olduğunun ifade edildiği, nakit olarak borcunu ödeyemeyince de tespit edilen gerçek değer üzerinden borca karşılık iki dairesini sattığı, satışın mirastan mal kaçırmak amacıyla bedelsiz ve muvazaalı yapıldığının kanıtlanamadığı, bu konuda davacıların tanık dinletmediği, miras bırakanın görüşmediği ölen davacılar murisi kızı yanında diğer eşinden olma üç kızı ve ikinci eşinin mirasçı olarak bulunduğu, murisin oğluna temlik ettiği iki daire dışında dava konusu 4010 parsel sayılı taşınmazda bir dükkan, iki daire ile köyde 12 adet taşınmazının bulunduğu, miras bırakan ile oğlu arasındaki beşeri ilişki değerlendirildiğinde, tek erkek evladı olarak kayırıldığı ve üstün tutulduğu ve bu nedenle temlikin yapıldığının da iddia ve ispat edilmediği, ekonomik yönden kendisine katkıda bulunan oğluna, bu katkının karşılığı taşınmaz devrettiği, aksine ispat yükü kendilerinde olan davacıların murisin davalıya yaptığı temlikin mirastan (terekeden ) mal kaçırma amacıyla bedelsiz ve muvazaalı yapıldığını kanıtlayamadığı, dolayısı ile muris muvazaası koşullarının oluşmadığı anlaşılmaktadır. Özel Dairenin bozma kararı yerinde olduğundan, direnme kararının bozulması gerekir. Açıklanan nedenlerle sayın çoğunluğun aksi yönde olan direnmenin onanması şeklindeki görüşüne katılınmamıştır.


muris muvazaası avukat muris muvazaası avukat miras mal kaçırma avukat miras mal kaçırma avukat miras avukatı miras avukat muvazaa ankara avukat muvazaa ankara avukat muvazaa ankara dava muvazaa ankara dava mirastan mal kaçırma ankara avukat mirastan mal kaçırma ankara avukat mirastan mal kaçırma ankara dava mirastan mal kaçırma ankara dava


2003 yılından itibaren Barolar Birliği’ne bağlı olarak çalışan Avukat Emre Kurt, kariyerine ticaret hukuku alanında başlamış Londra Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Ticaret Hukuku ve Marka, Patent, Faydalı Model, Telif Hakları yan genel adıyla Fikri Mülkiyet Hukuku alanında uzmanlaşmıştır. Londra Üniversitesi’ndeki ihtisasın ardından Av. Emre KURT özellikle marka, patent ve haksız rekabet hakları konusunda yoğun olarak çalışmaktadır. İyi derecede İngilizce bilmektedir.

Yorum Yaz