Haz 9, 2021
363 Görüntüleme

Tapuda Hata Nedeniyle İptal ve Tescil 4386

Yazan
banner

6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda ( TBK ) tıpkı 818 Sayılı Borçlar Kanunu ( BK ) gibi esaslı hatanın ( yanılmanın ) tanımı yapılmamış, 31. ve 32. maddelerde sınırlayıcı olmamak üzere örnekler gösterilmiştir. Kısaca, iç irade ile açıklanan irade arasındaki bilmeyerek yapılan uyumsuzluk olarak tanımlanan hatanın ( yanılmanın ) esaslı kabul edilebilmesi için uygulamada ve bilimsel alanda ortaklaşa benimsendiği gibi, girişilen taahhüdün başlıca sebebini teşkil etmesi, daha açık söyleyişle hem yanılgıya düşen taraf yönünden ( sübjektif unsur ) hem de iş hayatındaki dürüstlük kuralları ( objektif unsur ) açısından hataya düşülmese idi böyle bir sözleşmenin hiç veya açıklanan biçimde yapılmayacağının ispatlanması zorunludur.


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ E. 2019/4386 K. 2020/145 T. 13.1.2020

Davacı, oğlunun eşinin kendisine ve çocuğuna güvence için ev istemesi üzerine oğlunun yuvası yıkılmasın amacı ile kayden malik olduğu taşınmazdaki 6 numaralı bağımsız bölümü torunu olan davalıya ölünceye kadar kendisi kullanmak şartıyla bağışlamayı kabul ettiğini, tapu memurunun para aldın mı, daha fazla da isteyebilirsin şeklindeki sorularına para almadığını, torununa bağış yaptığını ifade ederek akde imza attığını, ancak 2017 yılının Ekim ayında işlemin tapuda satış olarak yapıldığını öğrendiğini, uzun yıllar Almanya’da yaşadığı için Türkiye’deki usul ve işlemleri bilmediğini ve Türkçe’ye çok hakim olmadığını ileri sürerek tapu kaydının iptali ile adına tescil istemiştir.

Davalı, iddianın hukuki bir dayanağının olmadığını, zamanaşımının geçtiğini, iyi niyetle taşınmazı edindiğini, davacının oğlu ve gelini ile kavga etmesi nedeniyle eldeki davayı cezalandırma amacıyla açtığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

İlk derece mahkemesince; hata veya hilenin ispatlanmadığı gerekçesiyle davanın reddine ilişkin olarak verilen kararın, davacı vekili tarafından istinafı üzerine Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince; istinaf talebi kabul edilerek ilk derece mahkemesinin kararı kaldırılmış ve davanın kabulüne karar verilmiş, karar davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı,  kayden maliki olduğu 68 parsel sayılı taşınmazdaki 6 numaralı bağımsız bölümü 13.03.2015 tarihinde torunu …’a satış suretiyle temlik ettiği, eldeki davanın da 16.10.2017 tarihinde açıldığı kayden sabittir.

Bilindiği üzere, sözleşmenin konusu, niteliği ve ödenecek miktar gibi hususlarda dikkatsizliği veya bilgisizliği sonucu gerçek iradesine uymayan beyanda bulunmak suretiyle esaslı hataya düşen tarafın sözleşme ile bağlı sayılamayacağı kuşkusuzdur.

Hemen belirtmek gerekir ki, 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda ( TBK ) tıpkı 818 Sayılı Borçlar Kanunu ( BK ) gibi esaslı hatanın ( yanılmanın ) tanımı yapılmamış, 31. ve 32. maddelerde sınırlayıcı olmamak üzere örnekler gösterilmiştir. Kısaca, iç irade ile açıklanan irade arasındaki bilmeyerek yapılan uyumsuzluk olarak tanımlanan hatanın ( yanılmanın ) esaslı kabul edilebilmesi için uygulamada ve bilimsel alanda ortaklaşa benimsendiği gibi, girişilen taahhüdün başlıca sebebini teşkil etmesi, daha açık söyleyişle hem yanılgıya düşen taraf yönünden ( sübjektif unsur ) hem de iş hayatındaki dürüstlük kuralları ( objektif unsur ) açısından hataya düşülmese idi böyle bir sözleşmenin hiç veya açıklanan biçimde yapılmayacağının ispatlanması zorunludur.

Bu koşulların varlığı halinde hataya düşen tarafın, isterse iptal hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili ( makable şamil ) olarak ortadan kaldırılabileceği ve verdiği şeyi geri isteyebileceği kuşkusuzdur.

Öte yandan, hata nedenine dayalı davalarda hataya düştüğünü iddia edip sözleşme ile bağlı olmadığını iddia eden taraf, bu iddiasını ancak akidine karşı ileri sürebilir.

Somut olaya gelince, davacı taraf dava dilekçesinde “…tapu memurunun para aldın mı, daha fazla da isteyebilirsin şeklindeki sorularına para almadığını, torununa bağış yaptığını ifade ederek imza attığını” belirtmiş olup, anılan ifadeden dahi davacının başından itibaren işlemin satış olduğunu bildiği aşikardır. Bu durumda TBK’nın 39. maddesinde düzenlenen 1 yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olması bir yana, davacı taraf işlemin hata ile illetli olduğunu da yukarıdaki ilkeler doğrultusunda kanıtlayabilmiş değildir.

Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir.

 


2003 yılından itibaren Barolar Birliği’ne bağlı olarak çalışan Avukat Emre Kurt, kariyerine ticaret hukuku alanında başlamış Londra Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Ticaret Hukuku ve Marka, Patent, Faydalı Model, Telif Hakları yan genel adıyla Fikri Mülkiyet Hukuku alanında uzmanlaşmıştır. Londra Üniversitesi’ndeki ihtisasın ardından Av. Emre KURT özellikle marka, patent ve haksız rekabet hakları konusunda yoğun olarak çalışmaktadır. İyi derecede İngilizce bilmektedir.

Yorum Yaz