Nis 22, 2022
431 Görüntüleme

Çocuğa Türkçede Olmayan Harfi İçeren İsim Verilmesi

Yazan
banner

Somut olayda, resmî alfabede yer almayan harfleri içeren ve resmî kütüklere kaydı gereken isim gibi bilgilerin söz konusu ismin kaynak dildeki telaffuzunu bozmadan ve bu suretle ismin anlamını ve tercih edilme nedenini sorgulamadan resmî dile en yakın biçimde uyarlanarak aktarılmasını öngören fonetik aktarıma uygun şekilde harf değişikliğinin yapıldığı anlaşılmıştır.


ABDULLAH YILMAZ BAŞVURUSU (Başvuru Numarası: 2018/33702) Karar Tarihi: 15/3/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 22/4/2022-31817

Özel hayata saygı hakkı, Anayasa’nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler. Pozitif yükümlülükler hak ve özgürlüklere ilişkin gerçekleştirme yükümlülüğünü de içerir. Buna göre etkili mekanizmalar kurmak, bu kapsamda gerekli usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal prosedürleri sağlamak, bu suretle yargısal ve idari makamların bireylerin idare ve özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermelerini temin etmek sorumluluğunu da içermektedir (Semra Özel Üner, B. No: 2014/12009, 26/10/2016, § 36; H.K., § 35).

Kimliğin belirlenmesindeki en önemli unsurlardan olan ismin vazgeçilemezlik, devredilemezlik ve kişiye sıkı surette bağlı olma niteliklerinin kişinin mevcut statüsünü etkilemesi muhakkak olduğundan kişinin isminin korunması ve kamu düzenini bozmadığı müddetçe değiştirilmesine imkân tanınması yönünde devletin pozitif yükümlülüklerinin bulunduğu değerlendirilmektedir. Söz konusu pozitif yükümlülükler, somut olayın özellikleri gözönünde bulundurularak idari ve yargısal karar vericiler tarafından kişilerin bu yöndeki makul taleplerinin karşılanmasını veya taleplerin reddi durumunda buna ilişkin ilgili ve yeterli gerekçeler sunulmasını gerektirir (Hacı Ahmet Eskikanbur, B. No: 2015/2944, 9/1/2019, § 32; H.K., § 36).

Bireyin varlığına veya kimliğine ilişkin önemli haklar ya da hukuksal çıkarlar söz konusu olduğunda takdir yetkisi daha dar olup bu alanlara yönelik müdahaleler için özellikle ciddi nedenlerin varlığı şarttır. Takdir yetkisi, her bir vakıa özelinde ayrı bir kapsama sahiptir. Güvence altına alınan hakkın veya hukuksal yararın niteliği ve bunun birey bakımından önemi gibi unsurlara bağlı olarak bu yetkinin kapsamı daralmakta veya genişlemektedir (Serap Tortuk, B. No: 2013/9660, 21/1/2015, §§ 50, 51; M.K., B. No: 2015/13077, 12/6/2018, §§ 59, 60; H.K., § 37).

Anayasa’nın 20. maddesi, kişilerin isimleri üzerinde tasarrufta bulunmasının gerekli olduğu durumlarda geniş yorumlanmalıdır. Bu yorum, isim hakkı konusunda mevzuat oluşturulurken ve uyuşmazlıklar çözümlenirken konu ile ilgili olan ve taraf olunan uluslararası sözleşmelerde yer alan koruyucu hükümlerin asgari düzeyde hayata geçirilmesini de kapsamalıdır (Aslan Faruk Toprak, § 43; H.K., § 38).

Bu bağlamda devletin Anayasa’nın 20. maddesinden kaynaklanan pozitif yükümlülükleri isim değişikliğine imkân sağlayan yasal düzenleme yapılmasını da içermektedir. İsim üzerinde belirli koşullar altında değişiklikler yapılabilmesinin bireylerin özel hayatlarının bir unsuru olan kimliğin belirlenmesi açısından bir gereklilik olduğu hususu gözardı edilmemelidir. Bu çerçevede isim değişikliği taleplerinin hangi koşullar altında olumlu karşılanacağı, bu tür taleplerin hangi usul ve esaslar çerçevesinde yerine getirileceği hususunda idari ve yargısal makamlara belli ölçüde takdir yetkisi tanınabileceği kabul edilmelidir. Ancak bu takdir yetkisinin isim değişikliği taleplerinin değerlendirilmesi yolunu tamamen kapatacak ve sonuç alınmasını imkânsız kılacak şekilde kullanılmaması gerektiği önemle vurgulanmalıdır (H.K., § 39).

Kamunun üstün yararının söz konusu olduğu istisnai durumlarda isim değişikliğine ilişkin taleplerin kabul edilmemesi makul karşılanabilir. Ancak bu gibi hâllerde kamu makamları buna ilişkin ilgili ve yeterli gerekçe sunmalıdır. İdari ve yargısal makamlar her durumda bireyin ismini değiştirebilmesindeki kişisel yarar ile kamu menfaatleri arasında adil bir denge kurmalıdır (H.K., § 40).

Öte yandan isim değişikliği hakkının tanınmış olması başvurucuya birtakım yükümlülükler yüklenemeyeceği anlamına gelmez. Bu bağlamda başvurucunun haklı nedenlerini ortaya koyma ve buna ilişkin delillerini mahkemeye sunma yükümlülüğünün bulunduğu kabul edilmelidir. Bu aşamadan sonra haklı nedenin bulunup bulunmadığını anayasal güvenceleri de dikkate alarak değerlendirmek derece mahkemelerinin görevidir (H.K., § 41).

Başsavcılık tarafından başvurucunun yeni doğan çocuğu için belirlediği ve nüfus kayıtlarına geçen ismin tashihi amacıyla açılan dava, başvurucunun belirlediği isimde yer alan “w” harfinin Türk alfabesinde bulunmadığı gerekçesiyle kabul edilmiştir. Başvuru, başvurucunun velayet hakkı çerçevesinde çocuğuna isim koyma hakkı ile ilişkilidir.

Türk hukuk sisteminde geçerli velayet hükümleri gereğince çocuğun ismini anne ve baba koyar (bkz. § 14). Kişilerin kimliğinin belirlenmesinde en önemli unsurlardan biri olan isim hakkı, kamu düzeninin işleyişine engel olmayan isim belirlenmesi taleplerinin kamusal makamlarca karşılanmasını da içerir. Buradan hareketle, isim koyma taleplerinin hangi koşullar altında olumlu karşılanacağı ve bu tür taleplerin hangi usullerle inceleneceği hususunda yasal düzenlemeler yapılırken kamusal makamların takdir yetkisi olduğu açıktır (benzer değerlendirmeler için bkz. Aslan Faruk Toprak, §§ 39, 40). Ancak söz konusu takdir yetkisinin velayet ilişkisinden doğan isim koyma hakkını ortadan kaldıracak şekilde kullanılmaması gerekir (benzer değerlendirmeler için bkz. Meliha Siviş, B. No: 2015/18910, 9/1/2019, § 44).

Somut olayda başvurucunun oğlu için koyduğu Ciwan isminin nüfus kayıtlarına tescil edilmesine karşın, bu isimle bir kimlik belgesi düzenlenmediği ve nihayetinde Mahkeme kararı ile bu ismin Civan olarak tashih edildiği anlaşılmaktadır. Anılan tashih işlemi ile Türk alfabesinde bulunmayan “w” harfinin isimlerde kullanılmasının önüne geçilerek kamu düzeninin korunması şeklindeki meşru amaç doğrultusunda hareket edildiği söylenebilir.

14 No.lu Sözleşme’nin 3. maddesinde nüfus kütüğüne bir kayıt düşülmesi gerektiği durumlarda bu kayda konu olan isimde bulunan harflerin o belgenin düzenleneceği dilin alfabesinde bulunmaması hâlinde farklı olan harflerin kullanılacak dilin alfabesine uydurularak nüfus kütüklerine nakledilebileceği düzenlenmiştir (bkz. § 18). 14 No.lu Sözleşme’nin öngördüğü fonetik aktarım yönteminin uygulanmasının keyfî bir yorum olarak değerlendirilemeyeceği açıktır. Nitekim somut olayda, resmî alfabede yer almayan harfleri içeren ve resmî kütüklere kaydı gereken isim gibi bilgilerin söz konusu ismin kaynak dildeki telaffuzunu bozmadan ve bu suretle ismin anlamını ve tercih edilme nedenini sorgulamadan resmî dile en yakın biçimde uyarlanarak aktarılmasını öngören fonetik aktarıma uygun şekilde harf değişikliğinin yapıldığı anlaşılmıştır.

Dolayısıyla Türk alfabesinde bulunmayan “w” harfinin “v” harfiyle değiştirildiği somut olayda, söz konusu fonetik aktarma sayesinde nüfus kütüğüne işlenmesiyle kamusal makamlarının takdir yetkileri çerçevesinde hareket ettikleri değerlendirilmiştir.

Bunun yanında başvurucunun ilgili etnik ve kültürel yapı içerisinde Civan isminin kullanılmasının önünde ciddi bir engel bulunduğuna veya Türk alfabesinde bulunan harflerle bir isim belirlenmesinin mümkün olmadığına ilişkin bir bilgi de mevcut değildir. Somut olayda kamusal makamların takdir yetkisini keyfî bir şekilde kullanmadığı ve resmî dilin kullanılması çerçevisinde tedbirler aldığı değerlendirildiğinden anılan uygulamanın demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğu kabul edilebilir.

Öte yandan müdahalenin ölçülü olup olmadığı da ortaya konulmalıdır. Somut olayda kamu yararı bağlamında başvurucunun çocuğunun isminde yer alan “w” harfinin “v” olarak düzeltilmesine ilişkin verilen karar sonucunda başvurucuya yüklenen külfet ile başvurucunun hak ve menfaatleri arasında adil bir dengenin kurulması gerekir. Başvurucunun çocuğuna isim koyma hakkının sınırı, bu isim içinde Türk alfabesinde olmayan bir harfin kullanılmaması olarak belirlenmiştir. Başvurucunun ifade ettiği şekliyle çocuğuna kendi kültürüne uygun bir isim koyması engellenmemekte, yalnızca yukarıda belirtilen meşru amaç kapsamında bir sınırlandırma yapılmaktadır. Bu sebeple başvurucunun hak ve menfaatleri ile kamusal yarar arasında adil bir dengenin kurulduğu belirlendiğinden anılan müdahalenin ölçülü olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan gerekçelerle, başvurucunun Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşılmıştır.

Başvurucu, Ciwan isminin Mahkeme tarafından Kürtçe olması nedeniyle değiştirildiğini belirterek çocuğuna kendi kültürüne uygun bir isim vermesinin engellendiğini ifade etmiş ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Anayasa’nın “Kanun önünde eşitlik” kenar başlıklı 10. maddesinin birinci, dördüncü ve beşinci fıkraları şöyledir:

“Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir…

Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.

Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”

Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucunun iddiasının özü, devlet tarafından Kürt kültürünün yaşatılmasının önüne geçilmesi amacıyla Kürtçe isim konulmasının engellediğine ilişkindir. Başvurucunun bu yöndeki iddiasının Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata ve aile hayatına saygı hakkıyla bağlantılı olarak eşitlik ilkesi kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

Somut olayda Mahkeme, başvurucunun oğluna koyduğu isimde yer alan “w” harfinin 1353 sayılı Kanun’un 2. maddesine aykırı olduğunu belirleyerek bu harfin “v” olarak düzeltilmesine karar vermiştir.

Ayrımcılık yasağının ihlal edilip edilmediğinin tartışılabilmesi için ihlal iddiasının kişinin hangi temel hak ve özgürlüğü konusunda hangi temele dayalı olarak ayrımcılığa maruz kaldığının gösterilmesi gerekir. Somut olayda başvurucu yalnızca Kürt olması nedeniyle ayrımcılığa uğradığını dile getirmiş, bu iddiasını temellendirecek hiçbir somut açıklama yapmamıştır. Ayrımcılık iddiasının ciddiye alınabilmesi için başvurucunun kendisiyle benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile kendisine yapılan muamele arasında bir farklılığın bulunduğunu ve bu farklılığın meşru bir temeli olmaksızın ırk, renk, cinsiyet, din, dil vb. ayırımcı bir nedene dayandığını makul delillerle ortaya koyması gerekir (Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 50).

Buna karşın başvurucunun ayrımcılık uygulandığına yönelik iddiasını temellendirecek bir argüman sunmadığı, kendisi ile aynı statüde bulunan kişiler arasında farklı muamelede bulunulduğuna ilişkin açıklama yapmaksızın isim düzeltme işleminin Kürt olması nedeniyle yapıldığını iddia etmekle yetindiği anlaşılmıştır.

Açıklanan gerekçelerle ihlal iddiaları temellendirilemediğinden başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.


 


2003 yılından itibaren Barolar Birliği’ne bağlı olarak çalışan Avukat Emre Kurt, kariyerine ticaret hukuku alanında başlamış Londra Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Ticaret Hukuku ve Marka, Patent, Faydalı Model, Telif Hakları yan genel adıyla Fikri Mülkiyet Hukuku alanında uzmanlaşmıştır. Londra Üniversitesi’ndeki ihtisasın ardından Av. Emre KURT özellikle marka, patent ve haksız rekabet hakları konusunda yoğun olarak çalışmaktadır. İyi derecede İngilizce bilmektedir.

Yorum Yaz