Kas 2, 2022
476 Görüntüleme

Markalar Arasındaki İltibasta Önceki Markanın Ayırt Ediciliği Unsuru ARCELL 11-149

Yazan
banner

Marka işaretlerinin benzerliğinde ve karıştırılma ihtimalinde dikkate alınacak önemli bir unsur da, önceki markanın ayırt edici niteliğidir. Önceki markanın ayırt edici niteliği düşük ise küçük farklılıklarla dahi karıştırılma ihtimali ortadan kaldırılabilir. Bunun gibi durumlarda, önceki marka ile başvuru arasında mevcut farklı unsurların veya ortak unsurlara yapılan ilavelerin ayırt ediciliği ve sonraki başvuruyu yeterince farklılaştırıp farklılaştırmadığı üzerinde durulmalıdır. Nitekim Avrupa Marka ve Tasarım Ağı Ortak Bildirgesinde de belirtildiği üzere, markalar düşük seviyede ayırt ediciliği olan bir unsuru paylaşıyorsa, karıştırılma ihtimali değerlendirmesinde örtüşmeyen bileşenlerin markaların genel izlenimi üzerindeki etkisine odaklanılacaktır ( Karasu, Rauf/ Suluk, Cahit/ Nal Temel: Fikri Mülkiyet Hukuku, Ankara, 2018, s. 189 ). Başka bir deyişle önceki markanın ayırt edici niteliği düşük ise markaların örtüşmeyen bileşenlerinin benzerlikleri/farklılıkları ve ayırt edicilikleri ele alınarak sonuca gidilecektir.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2020/11-149 K. 2022/662 T. 17.5.2022

Bilindiği üzere, Türk Hukuku’nda sağlanan marka koruması tescil yoluyla elde edilir. Dava tarihi itibariyle somut olaya uygulanması gereken 556 Sayılı KHK’nin 7. maddesinde bir marka tescil başvurusunun Türk Patent ve Marka Kurumu tarafından “mutlak ret nedenleri” kapsamında yapılacak inceleme sonucunda reddedilmesinin koşulları belirlenmiştir.

Mutlak ret nedenlerinin ortak özelliği, marka olarak tescili talep olunan işaretin kamuyu ilgilendirmesi veya kamuya mal olmasıdır. Ret nedenlerinin mutlak karakteri icabı, herhangi bir kişinin ileri sürmesine gerek kalmaksızın Türk Patent ve Marka Kurumu ve mahkeme tarafından “re’sen” dikkate alınırlar. Zira mutlak ret nedenleri birer def’î değil, itiraz sebebidir. Mutlak ret nedenlerini, mükellefiyetleri olmamasına rağmen, 556 Sayılı KHK’nin 34. maddesi gereği herkes Kurum’un bilgisine arz edebilir ve ilgililer ( tescil neticesinde menfaat kaybına uğrayabilecek kişiler ) de 556 Sayılı KHK’nin 35. maddesi çerçevesinde “itiraz” konusu yapabilirler. İlgililer bu itirazlarından feragat edemezler. İtiraza rağmen YİDK tarafından verilen kesinleşmiş tescil kararına karşı, 556 Sayılı KHK’nin 53. maddesi gereğince iptal davası ikame edilebilir. Bu davalarda, mutlak ret nedenleri mahkemece re’sen dikkate alınır. YİDK kararlarının iptali için açılan davalarda mutlak ret nedenleri hakkındaki inceleme ve değerlendirme başvuru tarihindeki koşullara göre yapılır. Mutlak ret nedenlerinden birinin varlığı dolayısıyla tescil olunmaması gerekirken her nasılsa tescil olunan bir markaya karşı 556 Sayılı KHK’nin 42/1-a maddesi gereğince hükümsüzlük davası açılabilir. Böyle bir dava sonuçlanmadan tescili yolsuz da olsa bir markanın kullanımı engellenemez ( Karan, Hakan/Kılıç, Mehmet: Markaların Korunması 556 Sayılı KHK Şerhi ve İlgili Mevzuat, 1. Baskı, Ankara 2004, s.79-80 ).

556 Sayılı KHK’nin 8. maddesinde ise markanın tescili ile ilgili “nispi ret nedenleri” düzenlenmiştir. Bu nedenlerin ortak özelliği, tescili talep olunan marka üzerinde üçüncü bir kişinin üstün hak iddiasına dayanmasıdır. Mutlak ret nedenlerinden farklı olarak nispi ret nedenlerinin kamu menfaati ile herhangi bir ilgisi bulunmamaktadır. Nispi ret nedenleri, mahkeme veya Kurum tarafından re’sen dikkate alınmazlar. Bunların mutlaka 556 Sayılı KHK’nin 35. maddesi gereğince ilgili kişiler ( yani daha önceki bir tarihte tescil edilmiş veya tescil başvurusunda bulunulmuş bir markanın sahibi ile tescilsiz markayı kullanarak bu işaret üzerinde daha eski bir tarihte hak kazanmış olan kişiler ) tarafından “itiraz” olarak ileri sürülmesi gerekir. İlgili kişiler, itiraz hakkını kullanmaktan feragat edebilirler. Nispi ret nedenlerinden birinin varlığı dolayısıyla tescil olunmaması gerekirken her nasılsa tescil olunan bir markaya karşı 556 Sayılı KHK’nin 47 ilâ 53. maddeleri arasındaki prosedür takip edilerek kesinleşmiş YİDK kararı aleyhine iptal davası açılabileceği gibi, 556 Sayılı KHK’nin 42/1-b maddesindeki şartlar dairesinde hükümsüzlük davası da ikame edilebilir.

Somut olay ile ilgisi bulunması bakımından nispi ret nedenlerinden 556 Sayılı KHK’nin 8/1-b maddesi üzerinde durulması gerekmektedir.

556 Sayılı KHK’nin 8/1-a ve b maddesindeki düzenleme; “Tescil edilmiş veya tescil için başvuru yapılmış bir markanın sahibi tarafından itiraz yapılması durumunda aşağıdaki hallerde marka tescil edilemez:

Tescil için başvurusu yapılan marka, tescil edilmiş veya tescil için daha önce başvurusu yapılmış bir marka ile aynı ise ve aynı mal veya hizmetleri kapsıyorsa,

Tescil için başvurusu yapılan marka, tescil edilmiş veya tescil için daha önce başvurusu yapılmış bir marka ile aynı veya benzer ise ve tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış bir markanın kapsadığı mal veya hizmetlerle aynı veya benzer ise, tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış markanın halk tarafından karıştırılma ihtimali varsa ve bu karıştırılma ihtimali tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış bir marka ile ilişkili olduğu ihtimalini de kapsıyorsa…” hükmünü haizdir. Buna göre anılan madde kapsamında tescil için başvurusu yapılan marka ile tescil edilmiş veya tescil için daha önce başvurusu yapılmış bir marka arasında halk tarafından karıştırılma ihtimalinden ( iltibas ) bahsetmek için hem karşılaştırmaya konu marka işaretleri arasında hem de işaretlerin tescil edileceği mal ve hizmetler arasında aynılık veya benzerlik olması gerekir.

556 Sayılı KHK’nin 8/1-b maddesi kapsamında markalara ait mal ve hizmet listelerinde yer alan mal ve hizmetlerin “aynı veya benzer” olup olmadığının değerlendirmesinde, sınıflandırmaya ilişkin ulusal ve uluslararası düzenlemelerin bağlayıcı kurallar içermediği dikkate alındığında, karşılaştırma konusu mal ve hizmetlerin ait oldukları sınıf numaraları ile bağlı kalınmamalıdır. Karşılaştırmaya konu mal veya hizmet farklı sınıflarda yer almakla birlikte, hammadde-mamul ilişkisi, pazarlama koşulları, amaçları, satış sonrası servis ve onarım süreçlerinde ortaya çıkan müşteri çevresindeki ayniyet, birinin diğeri yerine ikame edilebilmesi gibi birçok açıdan benzerlik içerebilmektedir. Bu itibarla karşılaştırmaya konu mal veya hizmet farklı sınıflarda olsa da “aynı veya benzer” olabilmektedir.

Tescil için başvurusu yapılan marka ile tescil edilmiş veya tescil için daha önce başvurusu yapılmış bir marka arasında halk tarafından karıştırılma ihtimalinden bahsedebilmek için mal ve hizmetin aynı veya benzer olmasının yanında işaretlerin de “aynı veya benzer” olması gerekmektedir. İşaretler arasında benzerlik değerlendirmesi yapılırken işaretler arasında görsel, işitsel ve anlamsal benzerliğin yanında esas olarak halk ( tüketici ) nezdinde bir bütün olarak uyandırdığı izlenim esas alınmalıdır. Bir işaret, görsel, işitsel, anlamsal veya diğer bir açıdan farklı olsa bile, “bütünsel” bir açıdan kendisine yaklaşıldığında herhangi bir sebeple halk gözünde başka bir marka ile bağlantısı varmış intibaı yaratarak onu çağrıştırıyorsa ve bu yüzden halkın mal veya hizmet tercihinde etkili oluyorsa, marka olarak tescili engellenebilir. Başka bir deyişle müşterilerin ihtiyaçları olan mal veya hizmetleri bunları ayırt etmek maksadıyla kullanılan işaretlerin birbirine yakınlığı dolayısıyla karıştırmaları ihtimal dâhilindeyse bir marka ile diğer bir işaret arasında “benzerlik” vardır ( Karan/Kılıç, s. 199 ). Bu itibarla markanın bir bütün olarak algılanmasına etki eden bütün unsurlar her somut olayda ayrı ayrı değerlendirilmeli ve halk tarafından karıştırılma ihtimali buna göre belirlenmelidir. Burada belirtilen halk; işin ilgilisi veya uzmanı olmayan ancak doğrudan muhatabı olan ortalama tüketicidir.

Karıştırılma ihtimalinde önemli olan husus, tüketicilerin bu iki işaret arasında herhangi bir şekilde ve herhangi bir sebeple bağlantı kurma ihtimalidir. Buradaki “ihtimal” kelimesi özenle ve özellikle kullanılmış bir kelime olup, şekil, ses, anlam, genel görünüm, çağrışım veya bir seri içinde bulunma izlenimi bu kapsamda değerlendirilmektedir. Hatta markalar arasında birçok noktada fark bulunduğu tespit edilse bile “umumi intiba” bunların karıştırılabileceği yönünde ise iki işaret arasında karıştırma ihtimalinin bulunduğu kabul edilmelidir ( Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13.06.2012 tarihli ve 2012/11-155 E. 2012/376 K. sayılı kararı ). Başka bir deyişle karıştırılma ihtimali; görsel, biçimsel, anlamsal, işitsel benzerlikler, çağrıştırma, bir bütün olarak uyandırdığı toplu kanaat, malın veya hizmetin hitap ettiği alıcı grubunun toplumsal düzeyi ve durumu, markayı taşıyan malın değeri ve alıcının bu malı almaya ayırdığı zaman, markanın asıl unsurları ve tamamlayıcı unsurları, telaffuz, anlam veya biçimden, işaretlerin toplu olarak bıraktığı izlenimden, seri içine girmekten veya başka bir çağrışımdan kaynaklanabilir. Yine tüketicilerin, karşılaştırılan işaretler arasında herhangi bir şekilde “bağlantı” kurabilmesi de benzerlik bulunduğunu kabul etmek için yeterli olmaktadır.

Hemen belirtilmelidir ki; işaretlerin benzerliğinde ve karıştırılma ihtimalinde dikkate alınacak önemli bir unsur da, önceki markanın ayırt edici niteliğidir. Önceki markanın ayırt edici niteliği düşük ise küçük farklılıklarla dahi karıştırılma ihtimali ortadan kaldırılabilir. Bu gibi hâllerde önceki marka ile başvuru arasında mevcut farklı unsurların veya ortak unsurlara yapılan ilavelerin ayırt ediciliği ve sonraki başvuruyu yeterince farklılaştırıp farklılaştırmadığı üzerinde durulmalıdır. Nitekim Avrupa Marka ve Tasarım Ağı Ortak Bildirgesinde de belirtildiği üzere, markalar düşük seviyede ayırt ediciliği olan bir unsuru paylaşıyorsa, karıştırılma ihtimali değerlendirmesinde örtüşmeyen bileşenlerin markaların genel izlenimi üzerindeki etkisine odaklanılacaktır ( Karasu, Rauf/ Suluk, Cahit/ Nal Temel: Fikri Mülkiyet Hukuku, Ankara, 2018, s. 189 ). Başka bir deyişle önceki markanın ayırt edici niteliği düşük ise markaların örtüşmeyen bileşenlerinin benzerlikleri/farklılıkları ve ayırt edicilikleri ele alınarak sonuca gidilecektir.

Bununla birlikte 556 Sayılı KHK’nin 8/1-b maddesi kapsamında önceki markanın tanınmış olması da işaretler arasında karıştırılma ihtimalini artıran bir unsurdur. Gerçekten de bir işaretle karşılaşan tüketici, bu işaretin tanınmış markanın sadece bir unsurunu içermesi hâlinde dahi bunlar arasında bir bağlantı kurabilmektedir. Zira tanınmış markayı oluşturan ibareler tüketici nezdinde yerleşmiş olduğundan, sonraki işaret görüldüğünde bu işaretteki bazı farklılıklar gözden kaçırılarak tanınmış marka ile bağlantı kurulabilmektedir. Ancak vurgulamak gerekir ki, 556 Sayılı KHK’nin 8/1-b maddesi kapsamında, önceki markanın tanınmış olması, tescil edilmek istenen markanın sadece aynı veya benzer mal ve hizmetler yönünden benzerlik değerlendirilmesinde dikkate alınmalıdır. Tanınmış markanın tescil edildiği mal ve hizmetlerden farklı mal ve hizmetlerde korunup korunamayacağına 556 Sayılı KHK’nin 8/1-b maddesi kapsamında değil, 556 Sayılı KHK’nin 8/4 maddesi kapsamında yapılan değerlendirmeden sonra karar verilmelidir.

556 Sayılı KHK’nın 8/4 maddesi; “marka, tescil edilmiş veya tescil için başvurusu daha önce yapılmış bir markanın aynı veya benzeri olmakla birlikte, farklı mallar veya hizmetlerde kullanılabilir. Ancak, tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış markanın, toplumda ulaştığı tanınmışlık düzeyi nedeniyle haksız bir yararın sağlanabileceği, markanın itibarına zarar verebileceği veya tescil için başvurusu yapılmış markanın ayırt edici karakterini zedeleyici sonuçlar doğurabileceği durumda, tescil edilmiş veya tescil için başvurusu daha önce yapılmış bir marka sahibinin itirazı üzerine, farklı mal veya hizmetlerde kullanılacak olsa bile, sonraki markanın tescil başvurusu reddedilir.” hükmünü haizdir. Görüldüğü üzere anılan maddede bir markanın tescil edilmiş veya tescil için başvurusu daha önce yapılmış bir marka ile aynı veya benzer olmasına rağmen, farklı mallar veya hizmetlerde kullanılabileceği açıkça vurgulanmış, ancak tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış markanın, toplumda ulaştığı tanınmışlık düzeyi nedeniyle haksız bir yararın sağlanabileceği, markanın itibarına zarar verebileceği veya ayırt edici karakterinin zedelenebileceği hâllerde farklı mal veya hizmetlerde kullanılacak olsa bile, sonraki markanın tescil başvurusu ret edilebilecektir.

Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davalı şirket tarafından 24.05.2012 tarihinde “arcell” ibaresinin marka olarak tescili istemiyle Türk Patent ve Marka Kurumu’na başvuruda bulunulduğu, tescil kapsamında 07, 09, 16 ve 35. sınıftaki mal ve hizmetlerin yer aldığı, başvurunun ilan edilmesi üzerine davacı tarafından “Arçelik” ibareli markası dayanak gösterilerek benzerlik, kötü niyet ve tanınmışlık hususlarına dayalı olarak itirazda bulunulduğu, itirazın Markalar Dairesince reddi üzerine yeniden inceleme isteminin de YİDK tarafından reddedildiği ve başvurunun 07.01.2015 tarihinde tescil edildiği anlaşılmaktadır.

Dosya kapsamından davalı başvurusunda yer alan 07, 09, 16 ve 35. sınıftaki mal ve hizmetlerin davacı markalarının mal ve hizmetleri ile aynı ya da benzer olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan davalı şirket başvurusunun “A…” ibaresinden oluştuğu, ilk iki harf ile son harfin kırmızı renkte, diğer harflerin ise lacivert renginde büyük harfle yazıldığı, son harf olan “L” harfinin “A…” ibaresinin üzerine uzatıldığı, böylece bu yazılış biçiminin “İ” harfini anımsattığı görülmektedir. Davacının “Arçelik” ibareli markaları ise beyaz zemine siyah renkte büyük ya da küçük harf karakteriyle yazılan ya da kırmızı zemine beyaz harf renkte büyük ya da küçük harf karakteriyle yazılan ibarelerden oluşmaktadır.

Bununla birlikte davalı şirket adına tescilli 16 ve 35. sınıf mal ve hizmetleri içeren “A…” ibareli markası bulunmaktadır. Bu marka da dava konusu başvuru gibi aynı biçimde olup ilk iki harfi kırmızı renkte, diğer harfleri ise lacivert renktedir. Davacının “A…” ibareli markaları ile davalı şirkete ait “A…” ibareli markanın tescilli olduğu sınıflar yönünden 556 Sayılı KHK’nin 8/1-b maddesi anlamında benzemediği hususu Ankara 4. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 18.02.2015 tarihli ve 2014/283 E., 2015/6 K. sayılı kesinleşen kararı ile sabit olmuştur. Dolayısıyla davalı şirketin “A…” ibaresi üzerinde tescilli olduğu sınıflar yönünden müktesep hakkı bulunmaktadır.

Hemen belirtilmelidir ki, farklı kişiler adına sicile tescilli mükerrer markaların varlığı hâlinde, mükerrer marka sahiplerinden birisinin yaptığı ve tescilli markasının serisi niteliğindeki yeni bir başvurunun müktesep hak ilkesinden yararlanarak tescil edilebilmesi için; daha önceki markanın tescil ve kullanımıyla ilgili olarak mükerrer marka sahipleri arasında bir uyuşmazlık çıkartılmamış olması ve önceki markasının asli unsuru muhafaza edilerek marka sahibi ile bağlantısı ve tüketici nezdinde bıraktığı izlenim korunmak suretiyle seri marka yaratmak amacı taşıması, öte yandan da diğer işletme adına tescilli mükerrer markaya yakınlaştırma, benzeştirme vb. şekillerde karıştırılma tehlikesini yol açılmaması ve bu yolla haksız yararlanma sonucunu doğurmaması gereklidir.

Davalı adına tescilli önceki marka “A…” ibaresinden, işbu davaya konu başvuru ise görsel olarak sonraki “L” harfi “İ” olarak da okunabilecek tarzda konumlandırılan “A…” ibaresinden oluşmaktadır. Ayrıca davalı adına önceden tescilli marka ile bu davaya konu başvurunun tescil kapsamındaki mal ve hizmetler de aynı değildir. Dava konusu başvuru, davalının önceki tescilli markasındaki asli unsurları taşımasına rağmen, anılan unsurlara ek olarak gerçekleştirilen harf ekleme ve harflerin tertip tarzı itibariyle davacının tescilli markası ile ortalama tüketici nezdinde karıştırılma tehlikesi oluşturmaktadır. Zira davalının asli unsuru muhafaza ederek seri marka oluşturma veya markasını gençleştirme hakkı var ise de bu durumun başkası adına tescilli markaya yakınlaşma, benzetme gibi tehlikelere yol açmaması gerekir.

Bu durumda, mahkemece, yukarıda belirtilen hususlar ve her bir markanın kendi başvuru koşullarına göre ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiği gözetilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken koşulları ve kapsamları farklı olan başka bir dosyaya sunulan bilirkişi raporuna da atıf yapmak suretiyle karar verilmesi doğru olmamıştır.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; bozmaya konu mahkeme kararında başka bir dosyada alınan bilirkişi raporundan söz edilmiş ise de verilen kararın açıkça bu rapora dayalı olmadığı, mahkemece ayrıntılı olarak iltibas ve tanınmışlık hususlarında değerlendirmede bulunulduğu, bu durumda bozmaya konu karar başka bir dosyada alınan bilirkişi raporuna dayalı olmadığından bu yönüyle önceki kararda direnilmesinin dosya kapsamına uygun olduğu, dolayısıyla anılan bilirkişi raporu dışındaki delillere göre işin esasının incelenebilmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

KARŞI OY

Mahkemece bozma öncesi verilen ilk karar yapılan ilk temyiz incelemesinde onanmış ise de karar düzeltme talebi üzerine verilen karar ile bozulmuştur. Bozma kararında; “Mahkemece, tarafları aynı olan ve 2014/283 Esas sayılı dosyaya ibraz edilen bilirkişi raporuna da atıf yapılmak suretiyle davacı adına tescilli “A…” ibareli markalar ile davalı şirket tarafından başvurusu yapılan “A…” ibareli işaret arasında 556 Sayılı KHK’nın 8/1-b maddesi uyarınca benzerlik bulunmadığı, aynı KHK’nın 8/4 maddesinin koşullarının da gerçekleşmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmişse de, 2014/283 Esas sayılı dosyaya konu işaret “A…” ibaresinden, işbu dosyaya konu işaret ise görsel olarak sonraki “L” harfi “İ” olarak da okunabilecek tarzda konumlandırılan “A…” ibaresinden oluştuğu gibi, davalı adına önceden tescilli marka ile bu davaya konu marka başvurunun tescil kapsamındaki mal ve hizmetler de aynı değildir. Bu durumda, mahkemece, her bir markanın kendi başvuru koşullarına, tertip ve konumlandırılıp tarzına ile tescil kapsamına göre ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekirken, koşulları ve kapsamları farklı olan başka bir dosyaya sunulan bilirkişi raporu ile yetinilip benimsenmek suretiyle eksik incelemeye dayalı yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamıştır” gerekçesine yer verilmiştir.

Mahkemece verilen bozmaya konu kararda başka bir dava dosyasında alınan bilirkişi raporundan söz edilmiş ise de verilen karar açıkça bu rapora dayalı değildir. Zira kararda bu raporla ilgili yazılanlar “Mahkememizin 2014/283 esas sayılı dosyasında da davacıya ait A… markası ile davalıya ait A… markası hakkında benzer dava görülmüş ve adı geçen dosyaya sunulan bilirkişi raporu bu dosyaya taraf delili olarak sunulmuş, bilirkişi raporunda A… markası ile davalıya ait A… markası arasında iltibas oluşmadığı ifade edilmiştir.” açıklamasından ibaret olup bu raporun hükme esas alındığı yönünde bir ifadeye yer verilmemiş olup ayrıntılı bir değerlendirme içeren gerekçe yer almaktadır.

Şöyle ki; Mahkemece verilen kararda Deliller ve Değerlendirme başlığı altında hukukî dayanaklar da gösterilmek suretiyle değerlendirmeler de yapıldıktan sonra ayrıca 556 Sayılı KHK‘nın 8/1-b maddesi ( İLTİBAS ) açısından değerlendirme başlığı ve 556 Sayılı KHK’nın 8/4 maddesi ( TANINMIŞLIK ) açısından değerlendirme başlığı altında konu detaylı tartışılıp değerlendirilmek suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Bu durumda bozmaya konu hüküm, başka bir dosyada alınan rapora dayalı olarak verilmiş olmadığından bu yönüyle önceki kararda direnilmiş olması dosya kapsamına uygundur. Verilen kararın bu rapora dayalı olmadığı ve ayrıntılı değerlendirmeleri içerdiği gözetilerek işin esasının Özel Dairece incelenmesi gerekir.

Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun bulunarak sözü edilen bilirkişi raporu dışındaki delillere göre işin esasının incelenebilmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği görüşünde olduğumdan Özel Daire kararı gibi bozma yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.


Marka Karıştırılma İhtimali Değerlendirmesi 64

Markaların Benzerliği NEVİN 414

Markalar Arasında Karıştırılma İhtimali; Esas ve Yardımcı Unsurların Tespiti

Markalardaki Tali ve Jenerik Unsurlar; Süzme Örneği

 

 


2003 yılından itibaren Barolar Birliği’ne bağlı olarak çalışan Avukat Emre Kurt, kariyerine ticaret hukuku alanında başlamış Londra Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Ticaret Hukuku ve Marka, Patent, Faydalı Model, Telif Hakları yan genel adıyla Fikri Mülkiyet Hukuku alanında uzmanlaşmıştır. Londra Üniversitesi’ndeki ihtisasın ardından Av. Emre KURT özellikle marka, patent ve haksız rekabet hakları konusunda yoğun olarak çalışmaktadır. İyi derecede İngilizce bilmektedir.

Yorum Yaz