Kas 3, 2022
532 Görüntüleme

Takas ve Mahsup, Dava Açılmasında Hukuki Yarar 2073

Yazan
banner

Davalının karşı alacağı davacının alacağından daha az ise karşı dava açmak yerine bu talebini asıl davada savunma olarak ileri sürülmelidir. Savunma olarak ileri sürülebilecek olan hususların ayrı dava konusu yapılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır.


Y. HGK E. 2017/2073 K. 2019/479 T. 18.04.2019

Mahsup, bir alacağı doğuran olayla ilgili olarak alacaklının elde ettiği bazı menfaatlerin ya da borçlunun katlandığı bazı külfetlerin bu alacaktan indirilmesini ifade eder. Örneğin bir malı sahibine iade ile yükümlü zilyedin o mal için yaptığı bazı masraflar, o maldan elde ettiği semerelerin bedeline mahsup edilir. Bunun gibi haksız fiilden zarar gören kimsenin bu fiilden elde ettiği bir menfaat olmuşsa, böyle bir menfaat uğranılan zarara mahsup edilir. Görüldüğü gibi bu olaylarda karşılıklı alacaklar bulunmamaktadır ( Akman S./Burcuoğlu H./Altop A.: Tekinay Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1993, s. 1013).
Mahsup yenilik doğuran bir hakkın kullanılması olmayıp sadece alacağın gerçek miktarını belirlemek üzere yapılan bir işlemdir. Burada ayrı ve müstakil iki alacak bulunmamaktadır. Mahsup savunmasını, alacak miktarının indirilmesinde yararı olan herkes ileri sürebilir ve borcu sona erdiren durum olması nedeniyle hâkim tarafından resen nazara alınır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) “Karşı dava açılabilmesinin şartları” başlıklı 132/1. maddesi;
“Karşı dava açılabilmesi için;
a) Asıl davanın açılmış ve hâlen görülmekte olması,
b) Karşı davada ileri sürülecek olan talep ile asıl davada ileri sürülen talep arasında takas veya mahsup ilişkisinin bulunması yahut bu davalar arasında bağlantının mevcut olması, şarttır” şeklinde düzenlenmiştir.
Gerek iki dava arasında bağlantı bulunması hâlinde, gerekse takas veya mahsup iddiasıyla karşı dava açılması hâlinde, karşı dava açılmasında genel bir dava şartı olan hukuki yarar aranacaktır. Davalının alacağı, davacının alacağından daha düşük ise karşı dava açmak yerine talebini asıl davada sadece savunma olarak ileri sürmelidir. Savunma olarak ileri sürülebilecek hususların ayrı dava konusu yapılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır (Pekcanıtez H./Özekes M./Akkan M./Korkmaz H.T.:
Pekcanıtez Usul Medeni Usul Hukuku, Cilt II, İstanbul 2017, s. 1230).
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya gelindiğinde, davacı taşeron yanlar arasında imzalanan “Sinop 500 Kişilik Öğrenci Yurdu İnşaatı Elektrik Tesisatı ve Mekanik Tesisat” işine ilişkin sözleşme kapsamında davalı yükleniciye verilen 500.000,00TL’lik teminat çeki ve yine yanlar arasında imzalanan “Ankara Numune Hastanesine Bağlı Yenimahalle Devlet Hastanesi Ek Binası İnşaatı Elektrik Tesisatı ve Mekanik Tesisat” işi ile ilgili sözleşme kapsamında verdiği 750.000,00TL bedelli teminat
çeki nedeniyle borçlu olmadığının tespitini talep etmektedir.
Davalı yüklenici vekili, yargılama aşamasında 24.06.2013 tarihinde bilirkişi raporuna karşı verdiği dilekçesinde, davacının çalıştırdığı işçilerin sigorta primlerini ödemesi gerektiği hâlde ödemediğinden davacı adına SGK’ya ödeme yapıldığını savunmuş, yine 11.10.2013 tarihli dilekçe ekinde davacı adına sigorta primlerinin ödendiğine ilişkin tahsilat makbuzları ile havale yapıldığına ilişkin dekontları sunmuştur.
Davalı yüklenici tarafından davacının işçilerinin sigorta primlerinin ödendiği yönündeki savunması, yanlar arasında imzalanan sözleşmeler kapsamında davacı adına yapılan ödemelerin davacının alacağından indirilmesi yönünde mahsup savunması olup hâkim tarafından resen nazara
alınması gerekmektedir.
Davalı yüklenici vekili, 11.10.2013 tarihli dilekçe ekinde davacı adına sigorta primlerinin ödendiğine ilişkin bir kısım tahsilat makbuzları ve havale yapıldığına ilişkin dekontları sunmuş olup, bu durumda mahkemece bilirkişi incelemesi yaptırılarak sunulan belgeler ve ödemelerin dayanağı olan hesaplarla yapılan ödemelerin kimin borcuna ilişkin olduğu konusunda rapor alınması, davacının edimi olduğu hâlde davalı yüklenici tarafından yapıldığı tespit edilen bir ödeme bulunması hâlinde, bu ödemelerin mahsubundan sonra sonucuna göre karar verilmesi gerekmektedir.
Hâl böyle olunca tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.


 


2003 yılından itibaren Barolar Birliği’ne bağlı olarak çalışan Avukat Emre Kurt, kariyerine ticaret hukuku alanında başlamış Londra Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Ticaret Hukuku ve Marka, Patent, Faydalı Model, Telif Hakları yan genel adıyla Fikri Mülkiyet Hukuku alanında uzmanlaşmıştır. Londra Üniversitesi’ndeki ihtisasın ardından Av. Emre KURT özellikle marka, patent ve haksız rekabet hakları konusunda yoğun olarak çalışmaktadır. İyi derecede İngilizce bilmektedir.

Yorum Yaz