İçeriğe geç
Anasayfa » Marka Hükümsüzlüğü Davasında Hukuki Yarar Yokluğu ve Usulden Ret

Marka Hükümsüzlüğü Davasında Hukuki Yarar Yokluğu ve Usulden Ret

Hukuki Yararın Önemi ve Dava Şartı Olarak Niteliği

Türk Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m.114/1-h gereğince davacının dava açmakta hukuki yararının bulunması bir dava şartıdır. Bu koşul, özellikle marka hükümsüzlüğü davalarında, davayı açmaya yetkili kişilerin belirlenmesinde kritik rol oynar. Marka hükümsüzlüğü davasını kural olarak “menfaati olanlar” ile Cumhuriyet savcıları veya ilgili kamu kurum ve kuruluşları açabilir . Menfaati olan kişi, dava konusu markanın hükümsüz kılınmasıyla korunacak ya da elde edilecek meşru bir çıkarı bulunan kişidir. Davacı taraf, böyle bir çıkarı olduğunu dava aşamasında kanıtlamakla yükümlüdür .

Yargıtay kararlarında da hukuki yarar, davacının talebinin hukuken korunmaya değer bir menfaate dayanması şeklinde yorumlanır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 19.10.2011 tarihli bir kararında, 556 sayılı KHK’de geçen “zarar gören kişiler” ibaresinin altı çizilmiş; davacının, açtığı hükümsüzlük davasında gerçekten “zarar görmüş” (hakları ihlâl edilmiş) bir kişi olması gerektiği vurgulanmıştır . Kısaca, davacının dava sonucunda elde edeceği hukuki fayda yoksa veya talebi hukuken korunmaya değer değilse, hukuki yarar şartı eksik demektir. Bu durumda davanın esasına girilmez; dava şartı yokluğu nedeniyle usulden (şeklen) reddedilir .

Hukuki Yarar Yokluğunun Ortaya Çıktığı Durumlar (Yargıtay Karar Örnekleri)

Marka hükümsüzlüğü davalarında hangi hallerde hukuki yarar yokluğu oluşabileceği, Yargıtay kararlarıyla somutlaştırılmıştır. Aşağıda yaygın durumlar ve ilgili içtihat örnekleri sunulmuştur:

Dava Konusu Markanın Zaten Hükümsüz Hale Gelmiş Olması: Davaya konu markanın, dava açılmadan önce hükümsüz kalması veya geçerliliğini yitirmesi durumunda davacının hukuki yararı bulunmaz. Örneğin, tescilli markanın koruma süresi dolmuş ve yenilenmemiş olması bu duruma girer. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, bir kararında dava tarihinden önce süresi dolup yenilenmeyen bir markanın hükümsüzlüğünü talep etmenin davacıya herhangi bir hukuki fayda sağlamayacağını belirtmiştir. Bu nedenle davacının hukuki yararı yoktur ve dava usulden reddedilmelidir . Nitekim “Melox” marka davasında, hükümsüzlüğü istenen markanın koruma süresi dava açılmadan önce dolmuştu; Bölge Adliye Mahkemesi, davacının bu markayı hükümsüz kıldırtmakta menfaati kalmadığını belirterek davayı HMK 114/1-h uyarınca usulden reddetmiştir . Davacının Menfaat Sahibi (Zarar Gören) Kişi Olmaması: Marka hükümsüzlüğü davasını herkes açamaz; davacının, markanın hükümsüz kılınmasında kişisel ve güncel bir çıkarı (menfaati) bulunmalıdır. Eğer davacı, dava konusu markadan dolayı hukuken korunmaya değer bir zarar veya tehdit altında değilse, yani ilgilisi olmadığı bir markanın hükümsüzlüğünü istiyorsa, hukuki yarar şartı gerçekleşmez. Yargıtay, bu duruma ilişkin kararlarında davacının talebinin “hukuken korumaya değer bir menfaat”e dayanmadığı hallerde davanın reddedileceğini vurgulamıştır . Örneğin, marka ile hiçbir ilişkisi olmayan bir üçüncü kişinin salt genel gerekçelerle (örneğin kamu düzeni gerekçesiyle) dava açması genelde hukuki yarar yokluğu nedeniyle kabul edilmez. Yargıtay HGK 2011/11-529 E., 2011/643 K. kararında, marka hükümsüzlüğü davalarında davacının “zarar görmüş kişi” olması gerektiğini benimseyerek, somut menfaati olmayan davacının davasının usulen reddedilmesinin doğru olacağını ortaya koymuştur . Davacının Dayandığı Önceki Hakkın Korunmaya Değer Olmaması (Kullanılmayan Marka): Davacı, hükümsüzlük talebini kendi önceki tescilli markasına dayanarak ileri sürebilir. Ancak eğer davacının dayandığı bu önceki marka, uzun süre kullanılmamış ve ticari değerini yitirmişse, davacının hükümsüzlük talebindeki çıkarı tartışmalı hale gelir. Yargıtay, kullanılmayan bir markayı sadece tescil hakkına dayanarak diğer markanın hükümsüzlüğünü talep etmenin hakkın kötüye kullanımı sayılabileceğine ve bu durumda davacının korunmaya değer bir menfaati olmadığından davada hukuki yarar bulunmadığına hükmetmektedir . Örneğin Yargıtay 11. HD’nin 2016 tarihli bir kararında, davacı kendi markasını 5 yıldan uzun süre ciddi biçimde kullanmamışsa, bu markaya dayanarak başkasının markasını hükümsüz kıldıramayacağı, zira kendisinin korumaya değer bir ticari menfaati kalmadığı belirtilmiş ve dava usulden reddedilmiştir . Bu yaklaşım, markayı kullanmayan hak sahibinin salt tescil sicilindeki varlığıyla rakiplerine karşı dava açmasının önüne geçmek ve dürüstlük kuralını sağlamak amacını taşır.

Örnek Durumlar ve Sonuçlar: Aşağıdaki tabloda hukuki yarar yokluğu durumlarına ilişkin bazı Yargıtay örnekleri özetlenmiştir:

Hukuki Yarar Yokluğu Durumu

Yargıtay Kararı ve Değerlendirme

Markanın dava öncesi hükümsüz hale gelmesi (örneğin süresi dolup yenilenmemesi)

Yarg. 11. HD, 2023 tarihli kararda: Dava açıldığında marka sicilde geçerli değildi; davacının hukuki yararı bulunmadığı için dava usulden reddedildi .

Davacının “menfaati olan kişi” olmaması (ilgisiz üçüncü kişi)

Yarg. HGK, 19.10.2011 tarihli kararda: Davacının talebi korunmaya değer bir menfaate dayanmıyorsa hukuki yarar yokluğundan davanın reddi gerekir . Marka hukukunda menfaati olmayan kişiler hükümsüzlük davası açamaz .

Davacının dayandığı markayı kullanmaması (hakkın kötüye kullanımı hali)

Yarg. 11. HD, 23.05.2016 T. 2015/10614 E., 2016/5566 K. kararında: Davacı, kendi kullanılmayan markasına dayanarak hükümsüzlük istemiş; korunacak meşru bir çıkarı olmadığı gerekçesiyle dava usulen reddedilmiştir .

Hukuki Yarar Yokluğu Nedeniyle Davanın Ne Zaman ve Nasıl Reddedildiği

Hukuki yarar bir dava şartı olduğundan, mahkemece davanın her aşamasında re’sen gözetilir. Davanın açıldığı anda hukuki yarar bulunup bulunmadığı incelenir; ayrıca yargılama sırasında ortaya çıkan gelişmelerle hukuki yarar ortadan kalkarsa mahkeme bunu da dikkate alır. HMK m.115/2 uyarınca mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Bu karar, davanın esasıyla ilgili olmayıp şekli (usuli) bir ret kararıdır. Usulden ret kararı nihai bir karar olup temyiz/istinaf yoluna tabiidir .

Davanın ne zaman usulden reddedileceği, hukuki yarar eksikliğinin tespit edildiği aşamaya göre değişebilir:

Dava açılır açılmaz tespit edilirse: Mahkeme dilekçeleri aşamasında veya ön incelemede, davacının hukuki yararının bulunmadığını anlarsa, derhal davayı usulen reddedebilir. Örneğin, davacı açıkça ilgisiz bir kişi ise veya dava konusu markanın zaten hükümsüz olduğu dosya üzerinden anlaşılıyorsa, ilk derece mahkemesi esasa girmeden ret kararı verebilir. Yargılama sırasında ortaya çıkarsa: Başlangıçta hukuki yarar var iken, yargılama devam ederken ortadan kalkabilir. Örneğin dava devam ederken dava konusu marka sicilden terkin edilirse veya tarafların durumu değişirse, davanın konusuz kalması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına ya da usulden redde karar verilebilir. Uygulamada, eğer davanın açıldığı tarihte hukuki yarar mevcut ise ve sonradan marka hükümsüz hale gelmişse, mahkemeler genellikle “davanın konusuz kalması” yönünde karar vermektedir. Bu durumda davanın ilk açıldığı anda hukuki yarar bulunduğu kabul edildiğinden, ret gerekçesi dava şartı yokluğu değil sonradan meydana gelen konusuzluk olur. Nitekim Melox davasında ilk derece mahkemesi, dava açıldıktan sonra marka hükümsüz kaldığı gerekçesiyle “karar verilmesine yer olmadığına” şeklinde hüküm kurmuş, yargılama giderlerini tarafların üzerinde bırakmıştır . Ancak bu karara karşı davalı taraf istinafa başvurmuştur. İstinaf veya Temyiz aşamasında tespit edilirse: Hukuki yarar eksikliği ilk derece tarafından gözden kaçırılmış olsa bile, bölge adliye mahkemesi (BAM) veya Yargıtay bu hususu ele alabilir. Bölge adliye mahkemesi, HMK m.353/1-b-2 gereğince, ilk derece kararını kaldırarak davanın dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine kendisi karar verebilir. Örneğin, Melox davasında İstanbul BAM 16. Hukuk Dairesi, ilk derece mahkemesinin “konusuzluk” kararını kaldırmış; dava açıldığında markanın yenilenmediği ve hukuken geçersiz olduğu anlaşıldığından, davacının hukuki yararı olmadığı gerekçesiyle davayı usulden reddetmiştir . Bu şekilde istinaf mahkemesi esasa girmeden yeni bir hüküm kurmuştur. Yargıtay da temyiz incelemesi sırasında dava şartlarını re’sen değerlendirir. Eğer hukuki yarar yokluğu gözden kaçmışsa, Yargıtay kararında bu eksikliği belirterek yerel mahkeme kararını bozabilir. Bazı hallerde Yargıtay, dava konusu tamamen ortadan kalkmışsa ve maddi vakıalar net ise, karar düzelterek usulden ret yönünde de hüküm tesis edebilmektedir . Genel uygulama ise, Yargıtay’ın eksik dava şartı saptadığında kararı bozarak dosyayı ilk derece veya BAM’a göndermesi yönündedir (yeni istinaf sisteminde çoğunlukla BAM kararları üzerinden denetim yapıldığı için, BAM kararları bozulup yeniden karar verilmesi sağlanır).

Usulden ret kararı “davacının hukuki yararı yokluğu sebebiyle davanın reddi” biçiminde hüküm fıkrasına yazılır. Bu ret, esasa ilişkin olmadığından aynı konuda, eksiklik giderilerek (örneğin davacı değişip menfaati olan kişi tarafından veya gerekli idari başvuru yapıldıktan sonra) yeni bir dava açılması teorik olarak mümkündür. Ancak hukuki yarar genellikle objektif bir durum olduğundan, eksiklik giderilemiyorsa davacının tekrar dava açması sonuç vermeyecektir.

Hukuki Yarar Yokluğunda Vekalet Ücreti ve Yargıtay Uygulaması

Bir davanın dava şartı yokluğu (örn. hukuki yarar yokluğu) nedeniyle usulden reddedilmesi halinde, lehine karar verilen taraf (genelde davalı) yargılama giderleri ve vekalet ücreti isteyebilir. Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi (AAÜT) m.7/2, bu durumda hükmedilecek vekalet ücretini özel olarak düzenlemiştir. İlgili kural şöyledir:

AAÜT m.7/2: “Görevsizlik, yetkisizlik, dava ön şartlarının yokluğu veya husumet nedeniyle davanın reddine karar verilmesinde… Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde yazılı miktarları geçmemek üzere üçüncü kısımda yazılı avukatlık ücretine hükmedilir.”

Bu düzenleme, usulden ret hallerinde davalı yararına takdir edilecek vekalet ücretinin maktu (belirli bir sabit tutar) olacağını ve Tarife’de belirtilen üst sınırı aşamayacağını ifade etmektedir. Yani dava, esasa girilmeden şeklen reddedildiğinde, davalı için nisbi vekalet ücreti (dava değeriyle orantılı ücret) yerine maktu vekalet ücreti öngörülür . Tarife’nin ikinci kısım ikinci bölümünde, mahkeme türlerine göre maktu ücret tutarları belirlenmiştir (örneğin Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi için belirlenmiş maktu ücret).

Yargıtay kararları, bu Tarife kuralının titizlikle uygulanması gerektiğini vurgulamaktadır. Alt mahkemelerin zaman zaman usulden ret hallerinde yanlış vekalet ücreti takdir etmesi durumunda, Yargıtay müdahale ederek bu kararları düzeltmiştir. Örneğin:

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 30.09.2021 T. 2021/9251 E., 2021/13342 K. kararı: Davacı, toplam 30 TL tutarında bir alacak için dava açmış; ilk derece mahkemesi davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddederken davalı lehine 3.400 TL vekalet ücreti takdir etmiştir. Yargıtay, bu uygulamayı yanlış bularak AAÜT m.13/2 hükmünü hatırlatmıştır: Vekalet ücreti, reddedilen (veya kabul edilmeyen) miktarı aşamaz . Dolayısıyla Yargıtay kararı, davalı lehine hükmedilen 3.400 TL’lik ücreti 30 TL’ye indirmiş, Tarife’ye aykırı uygulamayı bozarak düzeltmiştir . Bu örnek, usulden redde konu olan davalarda talep miktarı çok küçükse vekalet ücretinin de en fazla o miktar kadar olabileceğini göstermektedir. Melox davası (İstinaf evresi): İlk derece mahkemesi davayı konusuz kaldığı gerekçesiyle sonlandırırken, tarafların kendi yargılama giderlerine katlanmasına ve vekalet ücreti vermemesine hükmetmişti . Davalı tarafın istinaf başvurusu üzerine, İstanbul BAM 16. HD hukuki yarar yokluğu nedeniyle davayı usulden reddederken, vekalet ücreti konusunda da Tarife hükümlerinin uygulanması gerektiğini vurgulamıştır . Yani davalı lehine, karar tarihinde yürürlükte olan AAÜT uyarınca maktu vekalet ücreti takdir edilmesi gerekirken ilk derecece hiç ücret takdir edilmemesi hukuka aykırı bulunmuştur . Böylece istinaf mahkemesi, ilk derece kararını düzelterek davalı yararına tarifeye uygun vekalet ücretine hükmetmiştir.

Sonuç olarak, hukuki yarar yokluğu nedeniyle usulden reddedilen davalarda davalı lehine avukatlık ücreti, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin özel hükümleri uyarınca belirlenir. Yargıtay’ın yerleşik uygulamasına göre:

Vekalet ücreti maktu olmalıdır, davanın türüne ve görüldüğü mahkemeye göre Tarife’de belirtilen sabit ücreti aşmamalıdır . Bu, davanın esası incelenmediği için orantısız yüksek vekalet ücretine hükmedilmesini engelleyen bir kuraldır. Talep edilen meblağ çok düşükse, vekalet ücreti bu meblağı geçemez . Böylece davalı, davacıdan en fazla davanın konusunu oluşturan tutar kadar vekalet ücreti alabilir (örneğin 30 TL’lik bir alacak davasında 30 TL’den fazla ücret yükletilmez). Para içermeyen (nisbi değeri olmayan) davalarda – ki marka hükümsüzlüğü davası genelde manevi değeri olan, para ile ölçülmeyen bir taleptir – Tarife’de o mahkeme için belirlenen maktu ücret esas alınır. Örneğin ilgili yıl tarifesinde Fikri ve Sınai Haklar Mahkemesindeki bir dava için maktu vekalet ücreti X TL ise, usulden ret halinde genellikle bu tutar hükmedilir.

Yargıtay kararları, dava şartı yokluğu halinde vekalet ücretinin doğru uygulanmasına özellikle dikkat edilmesi gerektiğini göstermektedir. Böylece, hukuki yarar gibi ön koşulların yokluğunda davalılar hem haksız yere dava muhatabı olmaktan kurtulmakta hem de avukatlık ücretlerini tarifeye uygun şekilde karşı taraftan alabilmektedirler. Bu da davacıların, yeterli hukuki menfaatleri olmadan dava açmalarını caydıran bir mekanizma olarak işlev görmektedir.

📩 Davanızın hukuki yarar yönünden risk taşıyıp taşımadığını değerlendirmek, usulden ret ihtimalini en başta bertaraf etmek ve Yargıtay uygulamalarına uygun strateji belirlemek için bizimle iletişime geçin.

📧 emre@emrekurt.av.tr

📞 0551 942 20 34

#HMK114 #HukukiYarar #UsuldenRet #MarkaHükümsüzlüğü #YargıtayKararları #DavaŞartı #VekaletÜcreti #FikriMülkiyetHukuku #MarkaDavaları #AvukatlıkAsgariÜcretTarifesi #İstinafMahkemesi #BölgeAdliyeMahkemesi #YargıUygulaması #TürkHukuku #Hukukiİnceleme