Avrupa Birliği Adalet Divanı (CJEU) ve Türkiye Yargıtay’ı tarafından verilen kararlar, marka hukukunda sessiz kalma yoluyla hak kaybı kavramını farklı bağlamlarda ele almakta olup, bu kavramın uluslararası ve ulusal uygulamalarını anlamak için kritik öneme sahiptir. Bu yazı, CJEU’nun 1 Ağustos 2025 tarihli C-452/24 sayılı Lunapark Scandinavia Oy Ltd v Hardeco Finland Oy kararını, AB Marka Direktifi 2015/2436’nın ilgili hükümlerini, Finlandiya ulusal hukukundaki ek kısıtlamaları ve Türkiye’deki yasal düzenlemeleri (6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu ile Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 26 Şubat 2020 tarihli E. 2017/11-27, K. 2020/225 sayılı kararını) karşılaştırmalı olarak incelemektedir. Amaç, marka sahiplerinin haklarını koruma stratejilerini aydınlatmak ve AB harmonizasyonunun ulusal hukuklara etkisini değerlendirmektir.
CJEU Kararının Arka Planı ve Hükmü
CJEU, Finlandiya Yüksek Mahkemesi’nin (Korkein oikeus) ön karar talebi üzerine verdiği C-452/24 sayılı kararda, Marka Direktifi 2015/2436’nın 10. Maddesi’nin marka haklarını tam olarak uyumlaştırdığını ve üye devletlerin ulusal hukuk ilkeleriyle Direktif’in 18(1). Maddesi’nde düzenlenen sessiz kalma (acquiescence) rejimi dışında ek sınırlamalar getiremeyeceğini hükme bağlamıştır. Dava, Lunapark Scandinavia Oy Ltd’nin (Lunapark) 2003’te başvurup 2009’da tescil ettirdiği “DRACULA” markası ile Hardeco Finland Oy’nin (Hardeco, Karkkimies Oy’nin halefi) aynı işareti şekerleme ürünlerinde tescil edilmemiş şekilde kullanması arasındaki uyuşmazlıktan kaynaklanmaktadır. Lunapark, 2020’de ihlal davası açmış; ancak Finlandiya Pazar Mahkemesi, ulusal “makul süre içinde hak kullanma” prensibini uygulayarak Lunapark’ın yıllarca pasif kalması nedeniyle hak kaybına uğradığına hükmetmiştir. Yüksek Mahkeme, bu prensibin Direktif ile uyumluluğunu sorgulamıştır.
CJEU’nun gerekçesi, Direktif’in marka haklarını maksimum harmonizasyonla düzenlediğini vurgulamakta olup, ulusal pasiflik kurallarının (laches veya forfeiture) yalnızca acquiescence çerçevesinde uygulanabileceğini belirtmektedir. Kararda, “Article 10 TMD fully harmonizes the substantive rights conferred by a registered trademark and bars reliance on general national forfeiture or laches to limit injunctions, except for the TMD-set harmonized acquiescence regime” ifadesi yer almaktadır. Bu hüküm, AB iç pazarının bütünlüğünü korumayı amaçlamakta ve ulusal farklılıkların marka korumalarını parçalamasını önlemektedir.
Finlandiya Ulusal Hukukunda Getirilen Ek Kısıtlama
Finlandiya ulusal hukuku, genel özel hukuk ilkelerine dayalı “makul süre içinde hakların kullanılması” prensibini (laches veya forfeiture) içermekte olup, hak sahibinin ihlali fark ettiği halde makul sürede harekete geçmemesi durumunda hak kaybına yol açmaktadır. Bu prensip, Direktif’in 18(1). Maddesi’ndeki acquiescence koşullarının (beş yıllık bilinçli tolere etme, kötü niyet yokluğu ve sonraki markanın tescil edilmiş olması) ötesinde bir genel pasiflik kuralıdır ve tescil edilmemiş kullanımlara da uygulanabilmektedir. Davada, Hardeco’nun tescil edilmemiş kullanımı nedeniyle acquiescence koşulları oluşmadığından, CJEU ulusal prensibin uygulanamayacağını hükme bağlamıştır. Bu ek kısıtlama, AB harmonizasyonuna aykırı bulunmuş ve yasaklanmıştır.
AB Marka Direktifi 2015/2436’nın 10. Maddesi’nin İçeriği
Direktif’in 10. Maddesi, tescil edilmiş markanın sahibine münhasır haklar vererek üçüncü kişilerin izinsiz kullanımını engellemekte ve bu hakların tam harmonizasyonunu sağlamaktadır. 0 5 Madde, marka sahibinin karıştırma ihtimali, itibar zararı veya haksız avantaj durumlarında engelleme hakkını tanımlamakta; ticaret veya şirket adı olarak kullanım, reklamlar ve transit mallar gibi eylemleri kapsamaktadır. Tam harmonizasyon ilkesi gereği, üye devletler ulusal yasalarla ek sınırlamalar getiremez; bu, iç pazar bütünlüğünü korumak için esastır. 18(1). Madde ile etkileşimde, acquiescence yalnızca belirli koşullarda geçerli olup, 10. Madde’nin geniş korumasını daraltan ulusal kurallar yasaklanmaktadır.
Türkiye’deki Yasal Düzenleme ve Yargıtay Kararı
Türkiye’de sessiz kalma yoluyla hak kaybı, 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu (SMK) Madde 25/6 ile düzenlenmiştir: Önceki marka sahibi, sonraki markanın kullanımından haberdar olduğu halde beş yıl sessiz kalırsa ve kötü niyet yoksa, haklarını ileri süremez. Bu hüküm, Direktif’in acquiescence kavramıyla büyük ölçüde uyumludur.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 26 Şubat 2020 tarihli E. 2017/11-27, K. 2020/225 sayılı kararı, ticaret unvanlarının terkini taleplerinde sessiz kalmayı Türk Medeni Kanunu (TMK) Madde 2’ye dayalı genel bir dürüstlük kuralı olarak yorumlamakta; davacı şirketin (Intel benzeri) davalının unvan tescilinden altı yıl sonra ihtar göndermesi ve dokuz yıl sonra dava açmasını hak kaybı olarak değerlendirmektedir. Kararda, ihtarnamelerin tek başına sessiz kalmayı önlemediği ve makul sürede dava açma gerekliliği vurgulanmakta; “Sessiz kalma yoluyla hak kaybı, önceki hak sahibinin uzun süre sessiz kalarak karşı tarafa güven yaratmasıdır” ifadesi yer almaktadır. Bu içtihat, SMK’nın katı çerçevesi dışında esneklik sağlamakta olup, ticaret sicili tescilinin ilan etkisi nedeniyle bilinmeme savunmasını reddetmektedir.
Karşılaştırmalı Değerlendirme: Benzerlikler ve Farklılıklar
AB ve Türkiye düzenlemeleri, sessiz kalma kavramını pasifliğin karşı tarafa güven yaratması ve hakkın kötüye kullanımını önleme amacıyla ele almakta olup, dürüstlük ilkesine dayanmaktadır. Finlandiya’nın makul süre prensibi ile Türkiye’deki SMK 25/6, beş yıllık süre ve haberdar olma unsurlarında benzerlik göstermekte; her ikisi de acquiescence’den esinlenmiştir. Yargıtay içtihadı, Finlandiya prensibine benzer şekilde genel pasifliği dikkate almakta ve somut olaya göre esneklik sağlamaktadır.
Farklılıklar ise harmonizasyon kapsamındadır: CJEU, Direktif’in 10. Maddesi gereği ulusal ek sınırlamaları (Finlandiya laches gibi) yasaklamakta ve acquiescence’i katı bir çerçevede sınırlamaktadır. Türkiye’de SMK uyumlu olsa da, Yargıtay’ın TMK Madde 2’ye dayalı yorumu ek esneklik getirmekte ve AB standartlarından sapma riski taşımaktadır. Finlandiya prensibi tescil edilmemiş kullanımlara uygulanabilirken, SMK 25/6 sonraki tescil edilmiş markalarla sınırlıdır; bu, Türkiye’nin Gümrük Birliği kapsamında kısmi uyumunu yansıtmaktadır.
Sonuç: Uyumlaşma İhtiyacı ve Stratejik Öneriler
Bu analiz, AB’de tam harmonizasyonun ulusal pasiflik kurallarını sınırlayarak marka korumalarını öngörülebilir kıldığını, Türkiye’de ise Yargıtay içtihadının esnek yorumuyla dürüstlük ilkesinin ön plana çıkarıldığını ortaya koymaktadır. CJEU kararı, iç pazar bütünlüğünü pekiştirirken, Yargıtay’ın Inteltek davasındaki yaklaşımı, sessiz kalmanın makul süre ve somut olay değerlendirmesiyle hak kaybı doğurabileceğini vurgulamaktadır. Marka sahipleri için pratik çıkarımlar şunlardır: İhlallere karşı zamanında ihtar ve dava açmak, tescil stratejilerini güçlendirmek ve uluslararası korumaları takip etmek. Bu şekilde, hem ulusal hem de AB düzeyinde hak kayıpları önlenebilir, ticari istikrar artırılabilir.
📩 Siz de marka haklarınızın korunmasında sessiz kalma rejiminin riskleri ile karşılaşmamak için profesyonel destek alın.
👉 Daha fazla bilgi ve hukuki danışmanlık için:
Emre Kurt – ZEK LEGAL
emre@emrekurt.av.tr | WhatsApp: 0551 942 20 34
#TrademarkLaw #ABHukuku #CJEU #MarkaHukuku #FikriMülkiyet #SMK #Acquiescence #Laches #IPLaw #EUlaw #Turkey #Finlandiya #Hukuk #IntellectualProperty #TrademarkRights