Mar 19, 2018
2793 Görüntüleme

Hakimin Aydınlatma Ödevi, Hükün Gerekçeli Olması, Hakimin Tarafların Maddi Nitelendirmeleriyle Bağlı Olmaması

Yazan
banner

HMK’nın “Hâkimin Davayı Aydınlatma Ödevi” başlıklı 31/1. maddesi “Hâkim, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabilir; soru sorabilir; delil gösterilmesini isteyebilir.” şeklinde düzenlenmiş ve bunun hakimin görevi olduğu açıkça vurgulanmıştır. Maddede, hakimin maddi anlamda davayı sevk yetkisi düzenlenmektedir. Bu yetkisiyle hakim, olayın ve hukuki uyuşmazlığın olgusal ve hukuki boyutlarını gerekli olduğu ölçüde taraflara birlikte ele alabilecek, tarafların zamanında uyuşmazlığın çözümü için önemli vakıaların tamamı hakkında açıklama yapmalarını, özellikle ileri sürülen vakıalardaki eksiklikleri tamamlamalarını, delilleri ikame etmelerini ve gerekli talepleri ileri sürmelerini sağlayabilecektir.
HMK’nın 194. maddesinde de somutlaştırma yüküne yer verilmiştir. Bir davada, ispat faaliyetinin tam olarak yürütülebilmesi, mahkemenin uyuşmazlığı doğru tespit ederek yargılama yapabilmesi, karşı tarafın ileri sürülen vakıalara karşı kendini savunabilmesi için, iddia edilen vakıaların açık ve somut olarak ortaya konulması gerekir. Genel geçer ifadelerle, somut bir şekilde ortaya koymadan iddia veya savunma amacıyla vakıaların ileri sürülmesi durumunda, yargılamanın sağlıklı bir şekilde yürütülmesi mümkün olmayacağı gibi, vakıaların anlaşılması için ayrıca bir araştırma yapılması ve zaman kaybedilmesi söz konusu olacaktır. Taraflar, haklarını dayandırdıkları hukuk kuralının aradığı koşul vakıalara uygun, somut vakıaları açıkça ortaya koymalıdırlar. Bu vakıaların somut olarak ileri sürülmesi, ilgili taraf için bir yüktür; bu yükü yerine getirmeyen sonuçlarına katlanacaktır. 04.06.1958 gün ve 15/6 sayılı İBK’da da belirlendiği gibi, HUMK’un 72, 74, 75 ve 76. maddeleri gereğince hakim, tarafların ileri sürdükleri maddi vakıalar ve bunlara bağlı netice-i taleplerle bağlı ve fakat hukuki tavsiflerle bağlı olmayıp, kanunları re’sen uygulamakla ve neticeye vardırmakla yükümlüdür. HMK’nın 24/1, 25, 26, 33. madde hükümlerinde de aynı yönde düzenleme getirilmiştir.

Hakim, tarafların kendisine sundukları maddi vakıaların hukuki niteliğini (hukuk sebepleri) kendiliğinden (re’sen) araştırıp bularak hükmünü dayandırdığı hukuk kurallarını ve bunun nedenlerini gerekçede açıklar (Kuru, Baki/Arslan, Ramazan/ Yılmaz, Ejder; Medeni Usûl Hukuku Ders Kitabı 6100 sayılı HMK’na Göre Yeniden Yazılmış, 22 Baskı, Ankara 2011, s.472). Hakim, gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını, yani kendini denetler. Üst mahkeme de, bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları doyurmaz (A.g.e., s. 472).

KARARDA GEREKÇE

ÖZET: Hakim gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını, yani kendini denetler. Üst mahkeme de, bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları doyurmaz. Y. 23 HD. E. 2015/4221, K. 2015/7828, T. 01.02.2015
Asıl davada davacı vekili, müvekkili kooperatif ile davalılar arasında yapılan 29.07.1986 tarihli arsa payı karşılığı sözleşmesi uyarınca 6 daire
ve 50.000.000,00 TL(yeni 50.000,00 TL) nakit karşılığında davalılara ait 2079 parsel sayılı taşınmazın satın alındığını, taşınmazın sonrasında ifraz neticesi 5938, 5939 ve 5940 numaralı 3 parsele ayrıldığını, müvekkili kooperatifin 5938 ve 5939 numaralı parsaller üzerine binaları inşa edip, davalı arsa sahiplerine düşen 6 adet daireyi teslim ettiğini, davalıların 5940 parsel numaralı taşınmazdaki 1.000 m²’lik kısma müdahalelerinin haksız olduğunu ileri sürerek, vaki müdahelenin men’ine ve fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 5 yıllık ecrimisil bedeli olarak 10.000,00 TL’nin davalılardan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Asıl davada davalılar vekili, daha sonra ifraz neticesi 5940 parsel numarasını alan dava konusu taşınmaz içerisinde kalan ve evlerinin bu
lunduğu 1.000 m²’lik kısmın sözleşme dışında olduğunu, bu taşınmaza haksız müdahalelerinin söz konusu olmadığını savunarak, asıl davanın reddini istemiştir.
Birleşen davada davacılar vekili, harca esas değeri 6.600,00 TL göstermek suretiyle, taraflar arasındaki 29.07.1986 tarihli sözleşme uyarınca davalı yükleniciye devredilen 2079 parsel sayılı taşınmaz içerisindeki daha sonra ifrazen 5940 parsel numarasını alan kısım içindeki evlerinin bulunduğu 1.000 m²’lik kısmın aslında sözleşme dışı olduğunu, bunedenle bu kısmın müvekkillerine iadesi gerektiğini, sözleşme uyarınca yapılan inşaatın imara ve projesine aykırı inşaa edildiğini ileri sürerek, taraflar arasındaki anılan sözleşmenin feshi ile davalı kooperatif adına kayıtlı eski 2079 numaralı taşınmazdan ifrazen oluşan 5938, 5939 ve 5940 parsel numaralı taşınmazların tapusunun iptali ile müvekkilleri adına tapuya kayıt ve tesciline, bunun mümkün olmaması durumunda, içinde evlerinin bulunduğu 1000 m²’lik kısmın tapusunun iptali ile müvekkilleri adına tesciline, ayrıca fazladan yapılan dairelere rağmen inşaatın imara uygun hale getirilmesi mümkün ise fazla yapılan dairelere 6/80 oranının uygulanması ile belirlenecek miktarda tapunun iptali ile müvekkilleri adına tapuya kayıt ve tesciline, tescil mümkün değil ise, bedellerinin tahsili ne, zararlarının ve munzam zararlarının belirlenerek ödenmesine, imara uygun hale getirilme imkânı yoksa yıkılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiş, 17.03.2008 havale tarihli ıslah dilekçesinde, harca esas değeri 502.000,00 TL olarak belirtmek suretiyle, taraflar arasındaki anılan sözleşmenin ileriye etkili feshini, yüklenicinin eksik ve kusurlu edimi ve sözleşmenin feshi nedeniyle müvekkillerinin uğradıkları zararlarına karşılık belirlenecek miktar ile orantılı payın davalı adına kayıtlı 5940 parsel sayılı taşınmazdan iptali ile müvekkilleri adına tescilini, bunun mümkün olmaması halinde yolsuz tescil nedeniyle 5940 parsel sayılı taşınmaz içerisindeki 1000 m²’lik kısmın tapusunun iptali ile müvekkilleri adına tescilini ve her türlü zarar kapsamında( maddi zarar, kaçak katlar bedeli, munzam zarar, arsanın işletilmesi, gecikme tazminatı, kaçak kat ile kaçak olmayan kat farkı, dairelerin kat mülkiyeti tapusu alınamaması, 6/80 oranı ile müvekkillerine düşecek için) şimdilik 100.000,00 TL’nin avans faizi ile birlikte davalıdan tahsilini istemiştir.
Birleşen davada davalı vekili, birleşen davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, asıl davanın kabulü ve birleşen davanın zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle reddine dair verilen karar, asıl davada davalılar-birleşen davada davacılar arsa sahipleri vekilinin temyiz istemi üzerine, Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 22.07.2010 tarih ve 1859 E., 4261 K. sayılı ilamıyla, diğer temyiz itirazlarının reddi ile, taraflar arasında düzenlenen “Satış Senedi ve Makbuz” başlıklı, 25.06.1986 tarihli adi yazılı sözleşme ile özetle; arsa sahipleri İbrahim ve …’e ait …. mevkiinde bulunan 33 pafta 2079 parselin üzerine yapılacak inşaattan altı adet daire ve ayrıca 50,00 TL verilmesi karşılığında yüklenici kooperatife devredilmesi, altı adet daire tapusunun inşaatın bitiminde arsa sahipleri adına ferağı, keza arsa sahiplerinin halen taşınmaz üzerinde bulunan yerlerinin de inşaat nedeniyle yıkılması gerektiği takdirde inşaatın bitimine kadar kendilerine bir daire kiralanarak kira bedelinin yüklenici kooperatif tarafından ödenmesinin kararlaştırıldığı, her ne kadar sözleşmede üzerine inşaat yapılacak taşınmaz aynen “33 pafta 2079 adadaki 10.0404 m²’lik gayrimenkul” şeklinde tanımlanmış ve dava sırasında arsa sahipleri 2079 parsel alanının esasen 11.040 m² olup bu miktarın 1000 m²’sinin yüklenici kooperatife devrini amaçlamadıklarını ileri sürmüşlerse de, dosya kapsamında mevcut bulunan 29.07.1986 tarihli akit tablosundan arsa sahiplerinin tapuda “bizzat” 11.040 m² miktarlı 2079 parseli kooperatife devretmeleri, yine sözleşmede taşınmazın kısmen devrinin kararlaştırıldığına ilişkin
herhangi bir ifadeye yer verilmemiş olması, hatta taşınmaz üzerinde bulunan arsa sahiplerine ait müştemilatın gerektiğinde yıkılarak kendilerine inşaatın bitimine kadar bir dairenin kiralanacağının belirtilmesi karşısında anılan savunmanın yerinde olmadığının anlaşıldığı, yanlar arasında düzenlenen ve uyuşmazlığın kaynağını oluşturan 25.06.1986 tarihli sözleşmede arsa devri karşılığında bağımsız bölüm teslimi taahhüt edilmiş olmakla hukuki niteliğince BK’nın 355 ve devamı maddelerinde düzenlenen eser sözleşmelerinin kendine özgü bir türü olan arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi olduğu, bahsi geçen sözleşmelerin tapu devri taahhüdü içermeleri nedeniyle BK’nın 213, MK’nın 706, Tapu Kanunu’nun 26 ve Noterlik Kanunu’nun 60. madde hükümleri gereğince bizzat tapu memuru huzurunda veya noter aracılığı ile düzenleme şeklinde yapılmalarının geçerlik koşulu olduğu, 25.06.1986 günlü sözleşme bu geçerlik koşuluna uygun olmayıp adi yazılı şekilde düzenlendiği için ilke olarak geçersiz ise de arsa sahiplerince devri taahhüt edilen taşınmaz 29.07.1986 tarihinde
kooperatif adına tescil edilmiş olduğundan artık şekil eksikliğinin ileri sürülmesi hakkın kötüye kullanılmasını teşkil edeceği için (MK.2.m.) Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 30.09.1988 tarih ve 1987/2 E., 1988/2 K. sayılı içtihadı birleştirme kararı gereği anılan sözleşmenin geçerli hale geldiğinin kabulünün gerektiği, dosya kapsamındaki kanıtlara göre, arsa sahiplerine ait ve diğer tüm inşaatın durumu incelenmemiş olmakla beraber tapuları henüz arsa sahiplerine teslim edilmediğinden geçerliliği yukarıda saptanan sözleşmenin henüz ifa ile sonuçlanmadığı ve halen ayakta olduğunun açık olduğu, bu durumda gerek asıl, gerekse de birleşen davanın sözleşme hükümlerine göre değerlendirilip bir çözüme kavuşturulması gerektiği, uyuşmazlığa sözleşme kapsamında ve öncelikle asıl dava konusu men’i müdahale ve ecrimisil istekleri yönünden bakıldığında; gerçekten de taraflar arasındaki akdi ilişkinin ifa ile sonuçlanmadığı, altı adet dairenin tapularının arsa sahiplerine verilmemişolduğu, arsa sahiplerinin sözleşme öncesinden beri 2079 parsel üzerinde bulunup daha sonra bu parselin ifrazı sonucu 5940 parsel üzerinde kalan yerleri için sözleşmede özel bir düzenleme öngörülmüş ve üçüncü paragrafta bu yerin inşaat nedeniyle yıkılması gerekirse inşaatın bitimine kadar mal sahiplerine yüklenici kooperatif tarafından bir daire kiralanaca
ğının ifade olunduğu, belirtilen paragrafın yazılışından anlaşılacağı üzere bu yer, inşaat nedeniyle yıkılırsa arsa sahiplerine kiralık bir daire tahsis edileceği, yıkılması gerekmezse inşaatın bitimine kadar oturmaya devam edecekleri, oysa somut olayda inşaatın bitirilmesi ve tapularının arsa sahiplerine verilmesi koşullarının henüz yerine getirilmediği, bu durumda mahkemece, asıl davanın reddi yerine, davalı konumunda bulunan arsa sahiplerinin 5940 parselde kalan yerleri açısından 25.06.1986 günlü sözleşmenin satış sözleşmesi olarak nitelendirilip, satışın gerçekleştiği ve inşaatın bitimine kadar kendilerine geçici oturma izni verildiği, inşaatların da bitmesi nedeniyle artık bu yerden çıkmamalarının haksız olduğunun kabulü ile men’i müdahale ve ecrimisil istemlerinin kabulüne karar verilmesinin doğru olmadığı, birleştirilen davaya yönelik temyiz itirazlarına gelince; mahkemece tapuda taşınmazın devir tarihi olan 29.07.1986 itibariyle 10 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de, yukarıdaki bentte değinildiği gibi taraflar
arasında bir taşınmaz satım sözleşmesi değil arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi akdedilmiş olduğu, ne var ki yüklenici kooperatifin sözleşme ile yüklendiği edimlerini henüz yerine getirmediği, sözleşme ayakta olup yürürlüğünün hala devam ettiği, bu itibarla zamanaşımının başlangıcını düzenleyen BK’nın 128. maddesinde öngörüldüğü şekilde muacceliyet olgusunun henüz gerçekleşmediği, o halde yüklenici kooperatif vekilinin zamanaşımı def’inin reddi ile işin esasına girilerek tarafların iddia ve savunmaları ile ileri sürecekleri kanıtlar toplanarak bir hükme varılması yerine yazılı şekilde karar verilmesinin doğru olmadığı gerekçesiyle asıl davada davalılar-birleşen dava davacılar arsa sahipleri yararına bozulmuştur.
Mahkemece, bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda, sözleşme resmi yapılamadığından geçersiz ise de kooperatif adına tes
cil edilmiş olduğundan şekil eksikliğinin ileri sürülemeyeceği, yüklenici kooperatifin edimini yerine getiremediği, davalı arsa sahiplerinin haksız bir müdahalesinin söz konusu olmadığı gerekçesiyle asıl davanın reddine; birleşen dava yönünden ise, sözleşmenin taşınmazın tamamına ilişkin olduğu ve bu doğrultuda 29.07.1986 tarihinde arsa sahiplerince sözleşmeye konu 2079 no’lu parselin tümünün tapuda yüklenici kooperatife devredildiği, sözleşmede taşınmazın kısmen devrinin kararlaştırıldığına ilişkin bir ifadeye yer verilmediği, sözleşmede iskân şartı bulunmadığı, inşaatların ruhsata uygun olarak fiilen tamamlandığı ve kullanılır durumda olduğu, bu nedenle sözleşmenin ileriye etkili olarak bozulmasının söz konusu olmadığı, taraflar arasında yapılan sözleşmede teslim için yapı kullanma izninin alınmasına ya da inşaatın anahtar teslimi yapılmasına ilişkin bir koşulun ön görülmediği, kullanılabilir olmasının yeterli olduğu, ayrıca sözleşmede inşaatın tamamlanacağı sürenin belirtilmediği, binaların mevcut yapı ruhsatları esas alındığında proje aşamasından başlamak üzere ilgili birim ve kurumlardaki iş ve işlemler ile mücbir sebepler dahi düzenli bir iş programı ile genel inşaat teamülleri itibari ile ortalama 36 ayda tamamlanmasının mümkün olduğu, buna göre sözleşme tarihinden(25.06.1986) dava tarihine(17.04.2006) kadar geçen süreçteki gecikme
süresinin 16 yıl 10 ay olduğu, gecikme tazminatının 107.400,00 TL olduğu, arsa sahiplerine düşen 6 adet dairenin teslim edildiği, fiili olarak
kullanıldığı, sözleşmeye göre 80 daire esasına göre paylaşımın yapıldığı, ancak kooperatifin 80 değil 112 bağımsız bölüm yaptığı, sözleşme dışında yapılan 32 bağımsız bölümden 2.4’ünün arsa sahiplerine verilmesi gerektiği, davacılara 2.4 dairenin verilememesi halinde bunların dava tarihi ile değerinin 156.000,00 TL olduğu, bu daireler için hesap edilen gecikme tazminatının 42.960,00 TL olduğu, kooperatif tarafından fazladan yapılan 32 dairenin de kaçak değil yasal olduğu, eksik ve bozuk imalatın tespit edilemediği, bu nedenle sözleşmenin ileriye veya geriye etkili olarak bozulmasını gerektirecek bir hususun olmadığı, 5940 parselin ifrazından önce de, sonra da ilkokul alanında kalmakta olup, imar değişikliği olmadan konut inşasının yapılmasının mümkün olmadığı, bu nedenle yüklenicinin buraya inşaat yapamadığı, arsa sahiplerinin kooperatifle yapmış oldukları sözleşmede özel bir düzenlemenin ön görüldüğü, buna göre arsa sahiplerinin sözleşme öncesinden beri 2079 parsel üzerinde bulunup daha sonra bu parselin ifrazı sonucu 5940 parsel üzerinde kalan yerleri için, bu yerin inşaat nedeni ile yıkılması gerekirse inşaatın bitimine kadar mal sahiplerine yüklenici kooperatif tarafından bir dairenin kiralanacağının belirtildiği, satışın gerçekleştiği ve inşaatın bitimine kadar benimsenen bilirkişi raporu ve dosya kapsamına göre; taraflar arasındaki kendilerine geçici oturma izni verildiği, buna göre arsa sahiplerinin 5940 parselin tapu kaydını istemelerinin mümkün olmadığı, bir dosyada ancak bir defa ıslahın mümkün olduğu, 17.03.2008 tarihinde birleşen dosya yönünden ıslah yapıldığı, bu nedenle ikinci bir ıslah yapılamayacağından,
arsa sahipleri vekilinin vermiş olduğu 25.12.2013 tarihli ikinci ıslah talebinin kabul edilmediği gerekçesiyle, birleşen davada davacı arsa sahiplerinin koşulları oluşmayan munzam zarar ve kiraya ilişkin talepleri ile sözleşmenin feshi ve tapu iptal taleplerinin reddine, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak suretiyle 100.000,00 TL’nin dava tarihinden itibaren kooperatiften tahsiline karar verilmiştir.
Kararı, asıl davada davacı ile birleşen davada taraf vekilleri temyiz etmiştir.
1-Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve bozmanın kapsamı dışında kesinleşmiş olan
yönlere ilişkin temyiz itirazları incelenemeyeceğine göre, asıl davada davacı yüklenici vekilinin tüm, birleşen davada davacı arsa sahipleri vekilinin sözleşmenin feshi ile tapu iptali ve tescil istemlerinin reddine ilişkin hükme yönelik temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
2-Birleşen davada taraf vekillerinin tazminat istemine ilişkin hükme yönelik temyiz itirazlarına gelince;
a) 6100 sayılı HMK’nın “Hâkimin Davayı Aydınlatma Ödevi” başlıklı 31/1. maddesi “Hâkim, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabilir; soru sorabilir; delil gösterilmesini isteyebilir.” şeklinde düzenlenmiş ve bunun hakimin görevi olduğu açıkça vurgulanmıştır. Maddede, hakimin maddi anlamda davayı sevk yetkisi düzenlenmektedir. Bu yetkisiyle hakim, olayın ve hukuki uyuşmazlığın olgusal ve hukuki boyutlarını gerekli olduğu ölçüde taraflara birlikte ele alabilecek, tarafların zamanında uyuşmazlığın çözümü için önemli vakıaların tamamı hakkında açıklama yapmalarını, özellikle ileri sürülen vakıalardaki eksiklikleri tamamlamalarını, delilleri ikame etmelerini ve gerekli talepleri ileri sürmelerini sağlayabilecektir.
HMK’nın 194. maddesinde de somutlaştırma yüküne yer verilmiştir. Bir davada, ispat faaliyetinin tam olarak yürütülebilmesi, mahkemenin uyuşmazlığı doğru tespit ederek yargılama yapabilmesi, karşı tarafın ileri sürülen vakıalara karşı kendini savunabilmesi için, iddia edilen vakıaların açık ve somut olarak ortaya konulması gerekir. Genel geçer ifadelerle, somut bir şekilde ortaya koymadan iddia veya savunma amacıyla vakıaların ileri sürülmesi durumunda, yargılamanın sağlıklı bir şekilde yürütülmesi mümkün olmayacağı gibi, vakıaların anlaşılması için ayrıca bir araştırma yapılması ve zaman kaybedilmesi söz konusu olacaktır. Taraflar, haklarını dayandırdıkları hukuk kuralının aradığı koşul vakıalara uygun, somut vakıaları açıkça ortaya koymalıdırlar. Bu vakıaların somut olarak ileri sürülmesi, ilgili taraf için bir yüktür; bu yükü yerine getirmeyen sonuçlarına katlanacaktır. 04.06.1958 gün ve 15/6 sayılı İBK’da da belirlendiği gibi, HUMK’un 72, 74, 75 ve 76. maddeleri gereğince hakim, tarafların ileri sürdükleri maddi vakıalar ve bunlara bağlı netice-i taleplerle bağlı ve fakat hukuki tavsiflerle bağlı olmayıp, kanunları re’sen uygulamakla ve neticeye vardırmakla yükümlüdür. HMK’nın 24/1, 25, 26, 33. madde hükümlerinde de aynı yönde düzenleme getirilmiştir.
6100 sayılı HMK’nın 297/1-c maddesinde hükmün gerekçe bölümünün, 2. fıkrada ise hükmün sonuç bölümünün kapsayacağı hususlar dü-
zenlenmiştir.
Anayasa’nın 141/3. maddesi uyarınca, bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılmalıdır. Dava tarihinde yürürlükte olan HUMK’un 388/3. maddesi bu hususu daha ayrıntılı olarak, “Kararda, iki tarafın iddia ve savunmalarının özeti, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususlar, ihtilaflı konular hakkında toplanan deliller, delillerin tartışması ret ve üstün tutma sebepleri, sabit görülen vakıalarda bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebep, bulunması gerekmektedir.” şeklinde düzenlemiştir. Karar tarihinde yürürlükte olan HMK’nın 297/1-c maddesi uyarınca da, hükmün tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri içermesi gerekir. Kararlarda bulunması gereken gerekçeler sayesinde taraflar, hükmün hangi maddi ve hukuki sebebe dayandırıldığını anlayabilecekleri gibi, karar aleyhine kanun yoluna başvurulduğunda da HUMK’un 428. maddesi uyarınca Yargıtay incelemesi sırasında ancak bu gerekçe sayesinde kararın usul ve yasaya uygun olup olmadığı saptanabilecektir. Diğer bir anlatımla, Yargıtay denetimi ancak bir kararın gerekçe taşıması halinde mümkün olabilir. Açıklanmaya çalışıldığı üzere, mahkemece, tarafların tüm delilleri açıkça değerlendirilerek davanın hangi gerekçeyle reddedildiğinin karara yansıtılması gerekirken, yetersiz gerekçeyle hüküm kurulması, Anayasa’nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesini, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 27. maddesinde düzenlenen hukuki dinlenilme hakkını ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkını ihlâl edecektir.
YHGK’nın 07.12.2011 tarih ve 15-708 E., 737 K. sayılı ilamında açıklandığı üzere; gerekçe, hakimin (mahkemenin) tespit etmiş olduğu maddi
vakıalar ile hüküm fıkrası arasında bir köprü görevi yapar. Gerekçe bölümünde hükmün dayandığı hukuki esaslar açıklanır. Hakim, tarafların kendisine sundukları maddi vakıaların hukuki niteliğini (hukuk sebepleri) kendiliğinden (re’sen) araştırıp bularak hükmünü dayandırdığı hukuk kurallarını ve bunun nedenlerini gerekçede açıklar (Kuru, Baki/Arslan, Ramazan/ Yılmaz, Ejder; Medeni Usûl Hukuku Ders Kitabı 6100 sayılı HMK’na Göre Yeniden Yazılmış, 22 Baskı, Ankara 2011, s.472). Hakim, gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını, yani kendini denetler. Üst mahkeme de, bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları doyurmaz (A.g.e., s. 472).
Öte yandan, HMK’nın 297/2. maddesinde, hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden herbiri
hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesinin zorunlu olduğu öngörülmüştür. Kararın hüküm fıkrası ile gerekçesi birbirine sıkı sıkıya bağlı olup, arasında çelişki bulunmaması gerekmektedir. Mahkeme kararının gerekçe bölümü ile hüküm sonucunun çelişkili olması, mahkeme kararlarının tereddüt doğurmayacak şekilde açık olması kuralına aykırılık oluşturur.
Somut olayda, birleşen davada davacı arsa sahipleri vekilince, 6.600,00 TL dava değeri gösterilerek, sözleşmenin feshi ile davalı yüklenici kooperatif adına kayıtlı eski 2079 numaralı taşınmazdan ifrazen oluşan 5938,5939 ve 5940 parsel numaralı taşınmazların tapusunun iptali ile müvekkilleri adına tapuya kayıt ve tescili, bunun mümkün olmaması durumun da, içinde evlerinin bulunduğu 1000m²’lik kısmın tapusunun iptali ile müvekkilleri adına tescili, ayrıca fazladan yapılan dairelere rağmen inşaatın imara uygun hale getirilmesi mümkün ise fazla yapılan dairelere 6/80 oranının uygulanması ile belirlenecek miktarda tapunun iptali ile müvekkilleri adına tapuya kayıt ve tescili, tescil mümkün değil ise, bedellerinin tahsili, zararlarının ve munzam zararlarının belirlenerek ödenmesi, imara uygun hale getirilme imkânı yoksa yıkılması istenmiş, 17.03.2008 havale tarihli ıslah dilekçesi ile de, harca esas değeri 502.000,00 TL olarak belirtmek suretiyle, taraflar arasındaki anılan sözleşmenin ileriye etkili feshi, yüklenicinin eksik ve kusurlu edimi ve sözleşmenin feshi nedeniyle müvekkillerinin uğradıkları zararlarına karşılık belirlenecek miktar ile orantılı payın davalı adına kayıtlı 5940 parsel sayılı taşınmazdan iptali ile müvekkilleri adına tescili, bunun mümkün olmaması halinde yolsuz tescil nedeniyle 5940 parsel sayılı taşınmaz içerisindeki 1000 m²’lik kısmın tapusunun iptali ile müvekkilleri adına tescili ve her türlü zarar kapsamında( maddi zarar, kaçak katlar bedeli, munzam zarar, arsanın
işletilmesi, gecikme tazminatı, kaçak kat ile kaçak olmayan kat farkı, dairelerin kat mülkiyeti tapusu alınamaması, 6/80 oranı ile müvekkillerine düşecek daireler) şimdilik 100.000,00 TL’nin avans faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep ettiği açıklanmıştır. Birleşen davada davacılar vekilince 17.03.2008 tarihli ıslah dilekçesinde tazminat istemleri yönünden 100.000,00 TL istendiği belirtilmiş ise de, istemlerinin hukuki dayanakları, ayrı ayrı hangi zarara yönelik olduğu, maddi vakıaları ve talep miktarları açıklanmamış, mahkemece de bir kısım istemlerin reddine karar verildiği açıklanmasına rağmen 17.03.2008 tarihli dilekçede ıslah edilen miktarların tamamının kabulüne karar verilmiştir. Bu durumda mahkemece, birleşen davada davacılar vekilinden yukarıda açıklandığı şekilde istemlerinin neler olduğu, maddi vakıalar, hukuki dayanakları ve talep miktarları hususunda açıklama alınıp, her bir istem yönünden yukarıda açıklanan ilkelerde belirtildiği şekilde denetime elverişli gerekçe oluşturulması ve hüküm kurulması gerekirken, hangi istem kalemlerinin kabul ya da reddedildiği hususunda açıklık içermeyen yetersiz gerekçeye dayalı olarak hüküm kurulması doğru olmamıştır.
b) Bozma nedenine göre, birleşen davada taraf vekillerinin tazminat istemine ilişkin hükme yönelik temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir.
SONUÇ
Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, asıl davada davacı yüklenici kooperatif vekilinin tüm, birleşen davada davacı arsa sahipleri vekilinin sözleşmenin feshi ile tapu iptali ve tescil istemine ilişkin hükme yönelik temyiz itirazlarının reddine, (2-a) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, birleşen davada tazminat istemine ilişkin hükmün re’sen BOZULMASINA, (2-b) numaralı bentte açıklanan nedenlerle birleşen davada taraf vekillerinin tazminat istemine ilişkin hükme yönelik temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, aşağıda yazılı onama harcının temyiz eden birleşen davada davacılardan alınmasına, asıl davada davacı kooperatiften fazla alınan peşin harcın istek halinde iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 01.12.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


2003 yılından itibaren Barolar Birliği’ne bağlı olarak çalışan Avukat Emre Kurt, kariyerine ticaret hukuku alanında başlamış Londra Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Ticaret Hukuku ve Marka, Patent, Faydalı Model, Telif Hakları yan genel adıyla Fikri Mülkiyet Hukuku alanında uzmanlaşmıştır. Londra Üniversitesi’ndeki ihtisasın ardından Av. Emre KURT özellikle marka, patent ve haksız rekabet hakları konusunda yoğun olarak çalışmaktadır. İyi derecede İngilizce bilmektedir.

Yorum Yaz