Şub 14, 2018
2084 Görüntüleme

Trafik ve İş Kazalarında Tazminat

Yazan
banner

Türk Borçlar Kanunu Haksız Fiillerden Doğan Borç İlişkileri başlıklı maddelerinden 49. Maddesi Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür, hükmünü düzenlemiştir. Zararın ve kusurun ispatı başlıklı 50. Madde: Zarar gören, zararını ve zarar verenin kusurunu ispat yükü altındadır. Uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa hâkim, olayların olağan akışını ve
zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirler. Tazminatın Belirlenmesi başlıklı madde 51- Hâkim, tazminatın kapsamını ve ödenme biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak belirler. Tazminatın irat biçiminde ödenmesine hükmedilirse, borçlu güvence göstermekle yükümlüdür. Yasanın 52. Maddesi ise Zarar gören, zararı doğuran fiile razı olmuşveya zararın doğmasında ya da artmasında etkili olmuş yahut tazminat yükümlüsünün durumunu ağırlaştırmış ise hâkim, tazminatı indirebilir veya tamamen kaldırabilir. Zarara hafif kusuruyla sebep olan tazminat yükümlüsü, tazminatı ödediğinde yoksulluğa düşecek olur ve hakkaniyet de gerektirirse hâkim, tazminatı indirebilir.

YHGK Esas : 2014/4-1018 Karar : 2016/326 : Mahkemece, davacınındavalıya ısrar ederek kendisini Kahramanmaraş’a götürmesini istediği,
davalının alkollü olduğunu bildiği halde araca bindiği, davranışları ile zararın oluşumuna dahil olup razı olduğu, kimsenin kendi kusuruna dayalıolarak oluşan zarar ve ziyanının tazminini isteyemeyeceği, ortada kasıt bulunmadığı belirtilerek davacının manevi tazminat isteminin reddine,maddi tazminat istemi yönünden ise 50.000,00 TL`nin davalılardan alınarak davacıya ödenmesine karar verilmiştir.

Y21H:E:2016/699 Karar 2016/326: … Öte yandan, Gerek mülga BK’nun 47 ve gerekse yürürlükteki 6098 sayılı TBK’nun 56. maddesinde hakimin bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi durumunda, olayın özelliklerini göz önünde tutarak, zarar görene
uygun bir miktar paranın manevi zarar adı ile ödenmesine karar verebileceği öngörülmüştür. Hakimin manevi zarar adı ile zarar görene verilmesine karar vereceği para tutarı adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı
gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi, mamelek hukukuna ilişkin zararın
karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde, bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut
halde elde edilmek istenilen tatmin Duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 26.06.1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açık-
ça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hakim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.
Manevi tazminatın tutarını belirleme görevi hakimin takdirine bırakılmış ise de hükmedilen tutarın uğranılan manevi zararla orantılı, duyulan üzüntüyü hafifletici olması gerekir. Hakimin bu takdir hakkını kullanırken, ülkenin ekonomik koşulları tarafların sosyal ve ekonomik durumları paranın satın alma gücü, tarafların kusur durumu olayın ağırlığı olay tarihi gibi özellikleri göz önünde tutması, bunun yanında olayın işverenin işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerini yeterince alınmamasından kaynaklandığı da gözetilerek gelişen hukuktaki yaklaşıma da uygun olarak tatmin duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranda manevi tazminat takdir edilmesi gerektiği açıkça ortadadır. ( HGK 23.6.2004, 13/291-370) Bu açıklamalardan olarak somut olayda, davacı vekilinin 29/01/2010 tarihli hesap raporuna karşı bir itiraz ileri sürmeyip, ıslah dilekçesinde, anılan bilirkişi raporunda müvekkilinin zararının belirlendiği yönünde beyanda bulunması üzerine, davalılar lehine usuli kazanılmış hak oluştuğundan, mahkemece bu 29/01/2010 tarihli hesap raporunda
belirlenen maddi tazminat miktarına hükmedilmesi gerekirken, usuli kazanılmış hak aşılarak fazlaya karar verilmesi doğru olmadığı gibi,
davacı yararına hükmedilen 20.000,00 TL manevi tazminat da fazladır. Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular nazara alınmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. 04/05/2016”

“HGK. 2014/818 E., 2016/764 K. Yerel Mahkemece, 30.629,00 TL maddi ve 20.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihi olan 14.07.2010
tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin istemin reddine dair verilen karar, taraf vekillerinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuş; Mahkemece, önceki kararda davacı için takdir edilen manevitazminat miktarı yönünden direnilmiştir. Direnme hükmünü, taraf vekilleri temyize getirmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; iş kazası nedeniyle yaralanan davacı lehine takdir edilen manevi tazminat miktarının fazla olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Yine BK’nın 47. (TBK 56) maddesi hükmüne göre; hâkimin özel halleri göz önünde tutarak, manevi zarar adı ile hak sahibine verilmesine karar vereceği tutar adalete uygun olmalıdır. Bu para tutarı, aslında ne tazminat ne de cezadır. Çünkü mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını amaç edinmediği gibi, kusurlu olana yalnız hukukun ihlalinden dolayı yapılan bir kötülük de değildir. Aksine, zarara uğrayanda bir huzur duygusu uyandırmayı, aynı zamanda ruhi ızdırabın dindirilmesini amaç edindi-
ğinden, tazminata benzer bir fonksiyonu da vardır. O halde bu tazminatın sınırı, onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. Manevi tazminat, duyulan
elem ve ızdırabın kısmen ve imkan nisbetinde iadesini amaçladığından hâkim, …nun 4.maddesi gereğince hak ve nesafete göre takdir hakkını
kullanarak, manevi tazminat miktarını tespit etmelidir. Hâkim belirlemeyi yaparken somut olayın özelliğini, zarar görenin ekonomik ve sosyal durumunu, paranın alım gücünü, maluliyet oranını, beden gücü kaybı
nedeniyle duyulan ve ileride duyulacak elem ve ızdırabı gözetmelidir (Hukuk Genel Kurulunun 28.05.2003 gün 2003/21-368-355; 23.06.2004 gün 2004/13-291-370 ve 19.06.2013 gün 2013/21-20-868 sayılı kararları). Somut olayın incelenmesinde, 14.07.2010 tarihinde meydana gelen iş kazası nedeniyle, davacının iş göremezlik derecesinin % 7 olarak belirlendiği, olayın meydana gelmesinde davacının % 10 oranında, davalının ise % 90 oranında kusurlu olduğu hususlarında uyuşmazlık bulunmamaktadır. Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, direnme kararında açıklanan gerektirici nedenlere, tarafların kusur durumu ve davacının uğradığı zarar ile olayın meydana geldiği tarihteki paranın alım gücü dikkate alındığında yerel mahkemece hükmedilen manevi tazminat miktarı yerindedir. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, somut olay itibariyle mahkemece hükmedilen manevi tazminat miktarının fazla olduğu görüşü dile getirilmiş ise de, Kurul çoğunluğu tarafından bu görüşe iştirak edilmemiştir. Şu durumda, yukarıda belirtilen ilke ve maddi olgular dikkate alındığında, yerel mahkemenin takdir edilen manevi tazminat miktarına ilişkin kararı yerinde olup; usul ve yasaya uygun olan direnme kararının onanması  gerekir. 08.06.2016”.

“Y 4. HD E.2016/644 – K.2016/3007 BK.. `nın 50 ve 51. maddelerinde haksız eylemin ve bunun sonucunda doğan zararın birden fazla kişi tarafından meydana getirilmesi durumunda zarar görenin dilediği takdirde eyleme katılanların birisinden, birkaçından veyahut tamamından zincirleme olarak sorumlu tutulmalarını isteme hakkına sahip bulunduğu düzenleme altına alınmıştır. Aynı hüküm 6098 sayılı yeni Türk Borçlar Kanunu’nun 61. maddesinde de tekrar edilmiştir. Bu kapsamda; davalılar dışında dayanışmalı olarak başka sorumluların da bulunması davalıların sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Mahkemece, Dairemizin 14/03/2013 gün ve 2012/5113 esas ve 2013/4682 karar sayılı bozması gereğince inceleme yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, bozma kararına uygun olmayan şekilde yazılı gerekçeyle davanın reddedilmiş olması doğru görülmemiş kararın bozulması gerekmiştir. 08.03.2016”.

Zarar verenlerin birden fazla olması başlıklı Madde 88 – Bir motorlu aracın katıldığı bir kazada, bir üçüncü kişinin uğradığı zarardan dolayı, birden fazla kişi tazminatla yükümlü bulunuyorsa, bunlar müteselsil olarak sorumlu tutulur. Birden fazla kişinin sorumlu olduğu durumlarda, bunlar arasındaki ilişki bakımından zarar, olayın bütün şartları değerlendirilerek paylaştırılır. Özel durumlar ve özellikle
araçların işletme tehlikeleri, zararın iç ilişkide başka türlü paylaştırılmasını haklı göstermedikçe, işletenler ve araç işleticisinin bağlı
olduğu teşebbüs sahipleri kusurları oranında zarara katlanırlar.

“17. Hukuk Dairesi 2014/5411 E., 2016/9800 K. Somut olayda, davalı …’ın sürücüsü ve işleteni, davalı … şirketinin …’si olduğu araç ile dava
dışı …’ın sürücüsü olduğu aracın çarpıştığı, çarpmanın etkisiyle savrulan davalı …’nin sürücüsü olduğu aracın davacının sigortalısı olan dava dışı… Tic Ltd Şti’ye ait işyerinin açık deposunun demir tellerini ve taş bloklarını kırarak içeri girdiği ve açık depoda istiflenmiş halde bulunan seramik Trafik ve İş kazasında Yargıtay Uygulamaları.. • A. C. ONGUN 113 bloklarının kırılmasına neden olduğu anlaşılmaktadır. Dosya kapsamına ve bilirkişi raporuna göre, sigortalı işyeri ve emtiasında meydana gelen zarara neden olan haksız fiilde, davalı … %20 tali kusurlu, dava dışı sürücü…ise %80 asli kusurlu olduğu belirlenmiştir. Bu durumda, davacı zararının tamamını müteselsil sorumluluk hükümlerine göre zarara sebep olanların tamamından veya birinden talep edebilir. Dolayısıyla davaya konu zarardan, zarar veren haksız fiili meydana getiren davalı ve …’si sorumludur. Bu nedenlerle Mahkemece davacı … şirketi ödediği tüm zararı rücuen davalılardan isteyebileceğinden bilirkişi raporu ile belirlenen zararın tamamının hüküm altına alınması gerekirken, bilirkişi tarafından belirlenen zarar miktarının davalının %20 kusuruna isabet eden miktarına hükmedilmesi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir.”

“Y. 17. Hukuk Dairesi 2014/9850 E., 2016/11484 K: Dava, trafik kazasından kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatı ve manevi
tazminat istemine ilişkindir. Davacıların her biri için destekten yoksun kalacakları sürenin, çocuklar için, yaşları, okuldaki eğitim durumları,
içinde yaşadıkları sosyal ve ekonomik koşullar değerlendirilerek ayrı ayrı belirlenmesi, yüksek öğrenim yapacaklar ise, öğrenimlerinin sona erdiği tarih, yapmamakta ise yerleşik ve kabul gören uygulamaya göre, erkek çocukları için 18 yaşın, kız çocukları için 22 yaşın desteğin sona ereceği yaş olarak kabulü gerekmektedir. Somut olayda; davacı …. olay tarihinde 16 yaşında olup davacı vekili tarafından dosyaya ibraz edilen belgelerden, … Lisesi 11. Sınıf öğrencisi olduğu ve üniversiteye hazırlık için dershaneye gittiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, davacı … ’ın öğreniminin sona erdiğinden söz etmek mümkün olamayacağından öğrenim süresinin 25 yaşına kadar devam edeceğinin ve bu yaşa kadar da kadar annesinden destek göreceğinin kabul edilmesi gerekmektedir. Bu durumda
mahkemece önceki raporu veren bilirkişiden ek rapor alınarak davacı ….ın 25 yaşına kadar destekten yararlanma süresi olduğu gözetilerek yapılacak hesaba göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu şekilde karar verilmesi hatalı olmuştur.”
Engelli çocuklar ile belirli bir yaşa gelip de evlenmemiş kız çocuklarının da ölen desteğin PMF tablosundaki bakiye ömürle sınırlı
olarak desteklik tazminatı alabileceklerine dair Yargıtay uygulamaları da söz konusudur:
“Y. 17. H D 2013/11965 E. , 2014/16069 K. Dosya içeriğinden trafik kazası nedeniyle vefat edenin çocukları olan davacı Ramazan’ın 1975
doğumlu, bekar ve özürlü olduğu, davacı Kadir’in 1983 doğumlu, bekar ve özürlü olduğu anlaşılmaktadır. Mahkemece desteğin 1970 doğumlu ve evli kızı Serpil’in dosya kapsamındaki deliller dikkate alındığında destek
tazminatı alamayacağı yönünde yapılan tespit doğru ise de, özürlü çocuklar Ramazan ve Kadir’in müteveffa babanın desteğine muhtaç olacakları açık olup, davacılar Ramazan ve Kadir’in davacı anne Ayşe ile birlikte destekten yoksun kalma tazminatı alma durumuna göre hesaplanan ve Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarına uygun bulunan 19.06.2012 tarihli ek aktüerya raporundaki tazminat miktarlarının esas alınarak karar verilmesi gerekirken, davacılar Ramazan ve Kadir’in destekten yoksun kalma tazminatı taleplerinin reddi doğru olmamıştır.”
Ancak Yüksek Mahkeme yine yer verdiğimiz çok yeni kararlarından birinde 22 yaşını geçmiş kız çocuğunun herhangi bir sağlık sorunun bulunmaması durumunda salt ailesiyle birlikte yaşıyor olmasını desteklik için yeterli görmemiştir. “Y. 17. HD.2014/13858 E., 2016/11121 K. Dava, trafik kazasından kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatı ve cenaze-defin gideri
istemine ilişkindir. Desteğin küçük çocuklarının bakım ihtiyacından ne zaman kurtulacaklarını tayin etmek çocuğun yaşadığı yöreye sosyal çevreye, çocuğun özelliklerine, cinsiyetine ailenin sosyal ve ekonomik durumuna göre değişmektedir. Davacıların her biri için destekten yoksun kalacakları sürenin, çocuklar için, yaşları, okuldaki eğitim durumları, içinde yaşadıkları sosyal ve ekonomik koşullar değerlendirilerek, ayrı ayrı belirlenmesi, yüksek öğrenim yapacaklar ise, öğrenimlerinin sona erdiği tarih, yapamayacaklar ise yerleşik ve kabul gören uygulamaya göre, erkek çocukları için 18 yaşın, kız çocukları için 22 yaşın, desteğin sona ereceği yaş olarak kabulü dikkate alınarak denetime elverişli şekilde belirlenmesi suretiyle destekten yoksun kalma tazminatının hesaplanması gerekmektedir. Yargıtay’ın yerleşik içtihatları incelendiğinde normal şartlarda erkek çocukların 18, kız çocuklarının 22 yaşına kadar destek tazminatı alacakları, çocukların yüksek okul okuyor olması yada okuması ihtimali varsa 25 yaşına kadar destek alabileceklerdir.(Yargıtay HGK 10/06/2015 tarih 2013/17-2343 esas 2015/1534 karar, 17. HD. 09/04/2015 tarih 2013/17627 esas 2015/5572 karar, 21. HD. 10/12/2013
tarih 2013/17221 esas 2013/23524 karar, 4. HD. 24/01/2011 tarih 2010/1818 esas 2011/512 karar sayılı ilamları) Davacılardan …. desteğin
kızları olup olay tarihinde 32 ve 29 yaşlarında olup 22 yaşın üzerindedirler. Yerel mahkemece benimsenen bilirkişi raporunda adı geçen davacıların evlenmediği ve destek ile birlikte yaşadığı gerekçesiyle Mevlüde’nin 3 yıl, …’ün 6 yıl destek alacağı kabul edilip bu süre için tazminat hesaplanmıştır. Davacıların, desteğin ölüm günündeki yaşına göre destek alabileceği yaş sınırını geçtiği anlaşıldığından babalarından destek almadan yaşamını sürdürebileceğinin kabulü gerekir. Destek ile birlikte oturmak ve bekar olmak tek başına destekten yoksun kalma tazminatı isteme hakkı doğurmaz. Çalışmasını engelleyen bir özrü veya sağlık sorunu olduğu konusunda somut bir kanıt bulunmayan davacıların destekten yoksun kaldığı kabul edilemez. Bu nedenle mahkemece, olay tarihinde 29 ve 32 yaşlarında olan davacılar için desteklenme yaşını aşmış olması nedeniyle destekten yoksun kalma tazminat talebini reddetmesi gerekirken gerekçesiz bir şekilde 35 yaşına kadar destek zararı hesaplanarak tazminata karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.”

“17. Hukuk Dairesi 2013/6045 E., 2014/6926 K. Yasa metninden de anlaşılacağı gibi destekten yoksun kalma tazminatının konusu, deste-
ğin yitirilmesi nedeniyle yoksun kalınan zarardır. Buradaki amaç, destekten yoksun kalanların desteğin ölümünden önceki yaşamlarındaki sosyal ve ekonomik durumlarının korunmasıdır. Olaydan sonraki dönemde de, destek olmasa bile, onun zamanındaki gibi aynı şekilde yaşayabilmesi için muhtaç olduğu paranın ödettirilmesidir. Yani haksız bir eylem sonucu desteğini yitiren kimse BK’nın 45/II. maddesine dayanarak uğradığı zararın ödetilmesini isteyebilir. Davalı destekten yoksun kalmadan ileri gelen somut zararı gidermek zorundadır. Bu nedenle tazminat hesabından önce zarar tutarını belirlemek gerekir. Bunun yanında amaç zarar görenin malvarlığındaki eksilmeyi giderme olduğuna göre, ölüm nedeniyle desteğini yitirenin elde ettiği çıkarlar varsa, bunların da zarar tutarından indirilmesi gerekir. Aksi halde zarar görenin malvarlığında olaydan önceki duruma göre bir artış meydana gelmiş olur. Buradaki amaç zarar görenin malvarlığını zenginleştirmek değil, desteğini yitiren kişiye ölümden önceki yaşam düzeyini sürdürebilme olanağı tanımaktır. Bununla birlikte destekten yoksun kalan kimse devamlı ve gerçek bir ihtiyaç içerisinde bulunmalıdır. Genel olarak bakım ihtiyacı, sosyal düzeye uygun olan yaşamın devamını sağlamak için gerekli olanaklardan yoksun kalmayı anlatır. Eğer ölenin eylemli olarak baktığı davacı, ölüm yüzünden bu bakımın sağladığı yaşama düzeyinin altına düşmüş olursa, ihtiyaç bulunma koşulu gerçekleşmiş sayılır. Burada önemli olan, davacının
ve ailesinin temsil ettiği sosyal ve ekonomik düzeye göre normal karşılanan giderlerdir. Yani, destek kavramı, gerçekleşmiş veya gerçekleşmesi umulan bir bakım ilişkisini gösterir. Hukuki bir ilişkiyi değil, eylemli bir durumu amaçladığından hısımlık ilişkisine ya da kanunun nafaka hakkındaki düzenlemelerine dayanmaz. Bu kapsamda, eşi öldükten sonra yeniden evlenen davacı eşin destek gereksiniminin ve bakım ihtiyacı evlendiği gün sona ereceğinden, destekten yoksun kalma tazminatının davacının yeniden evlendiği güne kadar hesaplanması gerekmektedir. Davacının sonradan boşanmış olması ise desteğin yeniden başlayacağı anlamına gelmez. Eldeki dava dosyasında, davacı eşin evlendiği tarihe kadar destek hesabı yapılması gerekirken, eşin 30.09.2009-11.04.2012 tarihleri arasında evli kaldığı süre dışında kalan dönemin tamamı için destek hesabı yapılan bilirkişi raporuna dayanılarak hüküm kurulması isabetli görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.”

“Y. 4. Hukuk Dairesi 2016/4457 E., 2016/11451 K. Davacılar, mütevaffanın eşi ve çocukları olup, davalı tarafından kasten öldürülen yakınlarının desteğinden yoksun kaldıklarını belirterek, maddi ve manevi tazminat isteminde bulunmuşlardır.Davalı, istemin reddi gerektiğini savunmuştur. Mahkemece, dosyadaki bilirkişi raporu esas alınarak istemin kısmen kabulüne karar verilmiştir. Dosyadaki bilgi ve belgelerden; mütevaffanın aile şirketinin hissedarı ve müdürü olduğu, yaşam standardı ve refah düzeyinin yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Mahkemece, destekten yoksun kalma tazminatı hesaplanırken davacının tazminata esas geliri olarak sadece şirket tarafından düzenlenen ücret bordrosunun temel alınması doğru değildir. Keza; ceza dosyasında dinlenen tanıklar ifadelerinden maddi konulardan davalı ve öldürdüğü oğlu arasında sorunlar yaşandığını belirtmişlerdir, bu tanıklardan … 20/02/2012 tarihli ifadesinde ağabeyi olan müteveffanın kendisine babalarının yanlış birtakım davranışları olduğunu, kendisini sömürdüğünü, ücretini düşük gösterdiğini söyleyerek dert yandığını beyan etmiştir. Yine mahkeme tarafından desteğin gelirine emsal olabilecek gelirler …. Mühendisleri Odasından sorulmuş,
oda 19/02/2015 tarihli cevabi yazısında yıllara göre emsal ücretleri liste halinde dosyaya bildirmiştir. Bu durumda; mütevaffanın en azından
emsallerinin elde edeceği kazancı elde edeceğinin kabulü ile gerçek gelirinin belirlenmesi gerekirken eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile yaşam standardı ile de orantılı olmadığı açıkça belli olan ücret bordrosunun esas alınması doğru olmamış, bu durum bozmayı gerektirmiştir.”

“Y. 17. Hukuk Dairesi 2014/14853 E., 2016/8455 K: Dava, trafik kazası nedeniyle destekten yoksun kalma tazminatı, cenaze gideri ve manevi tazminat istemine ilişkindir. TBK’nun 53. maddesi (eski BK 45/2) gereği, ölüm neticesi olarak diğer kimseler müteveffanın yardımından
mahrum kaldıkları takdirde, onların bu zararını da tazmin etmek lazım gelir. Yasa metninden de anlaşılacağı gibi destekten yoksun kalma tazminatının konusu, desteğin yitirilmesi nedeniyle yoksun kalınan zarardır. Buradaki amaç, destekten yoksun kalanların desteğin ölümünden önceki yaşamlarındaki sosyal ve ekonomik durumlarının korunmasıdır. Olaydan sonraki dönemde de, destek olmasa bile, onun zamanındaki gibi aynı şekilde yaşayabilmesi için muhtaç olduğu paranın ödettirilmesidir. Yoksun kalınan gerçek destek miktarının tespit edilebilmesi için öncelikle desteğin sağlığında elde ettiği net gelirin doğru saptanması icap eder. Destekten yoksunluk zararının hesabında müteveffanın gelirinin belirlenmesi tazminatın doğru tespitinde önemli bir yer tutmaktadır. Dava dilekçesinde, desteğin sağlığında inşaat soğuk demir ustası olarak çalıştığı, aylık 4.000,00 TL. gelirinin olduğu iddia edilmiştir. Davacılar tanığı da desteğin inşaat demirci ustası olduğunu, günlük yevmiyesinin 80,00-100,00 TL. olduğunu ve aylık ortalama 3.500,00-4.000,00 TL. kazanç elde ettiğini beyan etmiştir. Hükme esas alınan 02.09.2013 tarihli aktüerya raporunda, asgari ücret üzerinden hesaplama yapılmış, bu hesaplamaya göre davacıların sigortacıdan aldıkları bedel düşüldüğünde, bakiye destek tazminatı alacaklarının kalmadığı görüşü bildirilmiş, mahkemece bu görüş doğrultusunda davacıların destekten yoksun kalma tazminatı taleplerinin reddine karar verilmiştir. Oysa ki, dosya içerisinde mevcut belgelere göre desteğin gelirinin asgari ücret seviyesinde olduğunun kabulü mümkün değildir. İstanbul Ticaret Odası’nın cevabi yazısında,
kaza tarihi olan 2007 yılı itibariyle soğuk demir işçisinin aylık net kazancının 1.000,00 TL. olduğu; yine … Sendikası Genel Başkanlığı’nın
06.12.2013 tarihli cevabi yazısında, soğuk demir ustasının kaza tarihinde saatlik çıplak ücretinin 4.34 TL. olduğu bildirilmiş olup bu
iki yazıya göre ve desteğin yaptığı işin mahiyetine göre desteğin asgari ücretin üzerinde gelir elde ettiği açıktır. Bu durumda, desteğin,
inşaat demir ustası olarak çalışıp gelir elde ettiği sabit olduğuna ve asgari ücretin üzerinde gelir elde edeceği anlaşıldığına göre; desteğin tazminata esas gerçek gelirinin belirlenmesi için, … kayıtlarından geçmiş yıllarda ne kadar çalıştığına ilişkin bildirimler araştırıldıktan
sonra, içerisinde inşaat mühendisi uzmanı bilirkişi olan konusunda uzman bilirkişi heyetinden, soğuk demir ustasının yılda ortalama ne
kadar çalışıp gelir elde edeceği konusunda alınacak raporla, desteğin gerçek gelirinin oda ve sendika cevabı da gözetilerek belirlenmesi
ve davacıların destekten yoksun kalma tazminatının hesaplanması, davacı vekilinin aylık 1.000,00 TL. gelir üzerinden yapılan hesabı
kabul ettiklerine ilişkin beyanı ve bu miktar üzerinden yapılacak hesabın davalılar yönünden usuli kazanılmış hak olduğu da gözetilerek
oluşacak sonuca göre, davacıların destekten yoksun kalma tazminatı talepleri hakkında karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeyle yazılı
şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.”

Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 2017/1773 K. Sayılı ve 21/02/2017
günlü İçtihadı: “Yargıtay yerleşik uygulamalarına göre desteğin ve destek ihtiyacı olanların muhtemel yaşam süreleri belirlenirken P.M.F. 1931 … yaşam tablosu esas alınmalıdır. Ayrıca, destekten yoksun kalma tazminatı hesaplanırken rapor tanzim tarihine kadar gerçekleşen zararın bilinen veriler nazara alınarak ve iskontoya tabi tutulmadan somut olarak, rapor tanzim tarihinden sonraki zarar da
bilinen son gelir nazara alınıp 1/Kn katsayısına göre her yıl %10 oranında artırılmak ve iskonto edilmek suretiyle hesaplanmalıdır
(YHGK., 28.06.1995 tarih, 1994/9-628 Esas, 1995/694 Karar) Mahkemece hükme esas alınan aktüer bilirkişi raporunda TRH 2010 yaşam tablosu dikkate alınarak davacıların ve ölen desteğin kaza tarihinden sonraki muhtemel yaşam süresi belirlenmiş, işleyecek dönem için de %2 teknik faiz uygulanarak hesaplama yapılmıştır. Mahkemece tazminat esaslarına uygun olmayan şekilde hesaplama yapan bilirkişi raporu
esas alınarak karar verilmiş olması doğru görülmemiştir. Eksik inceleme ile karar verilemez. Bu durumda mahkemece aynı bilirkişiden yukarıdaki açıklamalar ışığında ek rapor aldırılarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi doğru görülmemiştir.”

Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 2015/14198 E. 2015/14863 K. İlamı: Dava, trafik kazasından kaynaklanan geçici ve kalıcı iş göremezlik tazminatı istemine ilişkindir. Yargılamaya hakim olan ilkelerden olan “taleple bağlılık ilkesi” 1086 sayılı HUMK’un 74. maddesinde (6100 sayılı HMK m. 26) düzenlenmiş olup, hakim tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır ve ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Davacı vekili,
07.04.2005 havale tarihli dava dilekçesinde, kaza nedeniyle sakat kaldığını ve çalışmadığını belirterek geçici işgöremezlik ve maluliyet(kalıcı iş göremzlik) tazminatı talep etmiş, bakıcı gideri talep etmemiştir. Dosya içinde bulunan K tarafından hazırlanan aktüer raporunda davacının %3 kalıcı maluliyetine göre 8.785,01 TL maluliyet tazminatı, 9 ay geçici iş göremezlik süresine göre 2.034,90 TL. geçici iş göremezlik tazminatı ve 9 ay boyunca bakıcı gideri olarak 2.754,00 TL hesap edilmiştir. Mahkemece davacı tarafından bakıcı gideri talep edilmediği halde, talep aşılarak bakıcı gideri ve kalıcı maluliyet zararı toplamı olarak 11.539,01 TL ye hükmedilmesi hatalı görülmüş ve bozma nedeni yapılmıştır.
3-Davacının geçici iş göremezlik zararı talebi olduğu halde bilirkişi tarafından hesap edilen 2.034,90 TL geçici iş göremezlik tazminatı hakkında mahkemece hüküm kurulmaması da doğru görülmemiş ve hükmün bumnedenle bozulması gerekmiştir. 4-Mahkemece davalılar için ret sebepleri farklı olduğu halde, davada kendini vekille temsil eden tüm davalılar için tek bir vekalet ücretine hükmedilmiştir. Davanın farklı hukuki sebeplerle reddedilmesi halinde davalılar yararına ayrı ayrı vekalet ücreti verilmesi gerekirken tek bir vekalet ücreti takdiri doğru değildir. 23.12.2015.”

“Hukuk Genel Kurulu E. 2012/1227 K: 2013/436 Zararın ispatı davacıya düşmekte ise de, hakim gerçek zararın miktarının ispat edilip
edilemediğini gözeterek, ispat edilememişse bu zararı kendisi yasada belirtilen koşullarla tespit edecek; ardından da bu zararın giderilebilmesi için tazminat miktarını yine kanunda aranan usul ve esaslar çerçevesinde belirleyecektir. Ancak, hükmedilecek tazminat, hiçbir şekilde zarar miktarından fazla olamaz. (Turgut Uyar, Açıklamalı-İçtihatlı Borçlar Kanunu Genel Hükümler, Birinci Cilt, 1990 bası, s.549). Kısaca, tazminat miktarının belirlenmesinde, zarar görenin gerçek zararının esas alınması
zorunlu olup; burada ilke, zarar doğurucu eylem, zarar görenin malvarlığında gerçekten ne miktarda bir azalmaya neden olmuş ise, zarar verenin tazminat borcu da, o miktarda olmalıdır. Aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 18.12.2010 gün ve 2010/7-530 E. 2010/636 K. sayılı kararında da vurgulanmıştır.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay irdelendiğinde; Davacı dava dilekçesinde; davalının etkili eylemi sonucu yaralandığını belirterek bakıcı gideri ile geçici iş göremezlik zararını istemiştir. Yerel Mahkemece, davacının yaralanmasına ilişkin rapor getirtilerek davacının kaç günde iyileşeceği (tıbbi şifa süresi) belirlenmeli, yaralanma derecesinin bakıcı gideri yapılmasını gerektirip gerektirmeyeceği tespit edilerek
oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekir.
Ayrıca davacı, tedavi amaçlı yaptığı yol giderini de istemiştir. Bu tür istemin ispatı için mutlaka bir belgenin sunulması gerekmemektedir. Yaralanmanın niteliğine göre ne kadarlık yol gideri yapıldığı belirlenmeli, şayet belirlenemiyorsa yukarıdaki ilkeler ışığında Borçlar Kanunun 42.maddesi gözetilerek takdiren bir miktar yol giderine karar verilmelidir.”


2003 yılından itibaren Barolar Birliği’ne bağlı olarak çalışan Avukat Emre Kurt, kariyerine ticaret hukuku alanında başlamış Londra Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Ticaret Hukuku ve Marka, Patent, Faydalı Model, Telif Hakları yan genel adıyla Fikri Mülkiyet Hukuku alanında uzmanlaşmıştır. Londra Üniversitesi’ndeki ihtisasın ardından Av. Emre KURT özellikle marka, patent ve haksız rekabet hakları konusunda yoğun olarak çalışmaktadır. İyi derecede İngilizce bilmektedir.

Yorum Yaz