Oca 22, 2020
450 Görüntüleme

Marka Tescilinde Kötü Niyet: MESSİNA Kararı

Yazan
banner

Davacı markası “misina+şekil” ibaresinden ibaret iken hükümsüzlüğü istenilen marka ise “ravine messina” ibaresinden oluşmuştur. Davalı markasında iki ayrı kelime olup bunlardan biri öne çıkarılmadığından her iki kelime de markanın asli unsurunu oluşturmaktadır. Davacı markasında yardımcı unsur olarak yer alan şekil de gözetildiğinde taraf markaları arasında herhangi bir karışıklığa yol açacak derecede benzerlik bulunmamaktadır. Davalı markası ile davacı markası arasında benzerlik bulunmaması karşısında davalının, kötüniyetli olarak davacı markasından faydalanmaya çalıştığı da söylenemez. Yine her ne kadar davacı tarafça, davalının markasını tescil ettirdiği biçimde kullanmadığı ileri sürülmüş ise de bu husus, hükümsüzlük davasının konusunu oluşturmamaktadır. Bu itibarla, yapılan açıklamalar çerçevesinde mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde yanılgılı değerlendirme ile davanın kabulüne karar verilmesi doğru olmamış, hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir.

YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
E. 2014/12634
K. 2014/19676
T. 12.12.2014
DAVA : Taraflar arasında görülen davada Söke 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 26/03/2014 tarih ve 2012/490-2014/173 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, müvekkili adına tescilli “misina+şekil” ibareli markanın bulunduğunu, davalının ise “ravina messina” ibareli markayı adına tescil ettirdiğini, davalının önce “missina” ibaresini markasal olarak kullandığını, müvekkilinin ihtarı üzerine bu kullanıma son verdiğini, daha sonra “messina” ibaresinin tescili için TPE’ye müracaat ettiğini, müvekkilinin itirazı üzerine bu başvurunun reddedildiğini, son olarak dava konusu markanın davalı adına tescil ettirildiğini, bu markanın da hükümsüzlüğüne karar verilmesinin gerektiğini, zira davalının ısrarla müvekkilinin markasından faydalanmaya çalıştığını, kaldı ki bu markayı da tescil ettirdiği şekliyle kullanmadığını, davalının kötüniyetli olduğunu, ayrıca markalara arasında banzerlik de bulunduğunu ileri sürerek, davalı adına tescilli markanın hükümsüzlüğüne ve sicilden terkinine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, marka tescilinden üç yıl sonra dava açılmasının MK’nın 2. maddesine aykırı olduğunu, markalara arasında iltibas tehlikesinin bulunmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, davacının “Misina+ Şekil” ibareli tescilli markasının bulunduğu, davalının ise hükümsüzlüğü istenilen dava konusu markadan önce “Missina” ibaresini markasal olarak kullandığı, davacının ihtarı ile kullanımına son verdiği, daha sonra ise dava konusu markayı adına tescil ettirdiği, “misina” ibaresi ile “messina” ibaresinin görsel ve işitsel açıdan birbirlerine benzedikleri, her iki markanın da aynı sınıfta tescilli oldukları, benzerlik dışında davalının kötüniyetli olarak marka tescilinde bulunduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

1-Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2-Dava, davalı adına tescilli markanın hükümsüzlüğü ile sicilden terkini istemine ilişkin olup yukarıda yapılan özetten de anlaşılacağı üzere mahkemece, davacıya ait marka ile davalının hükümsüzlüğü istenilen markası arasında benzerlik bulunduğu, ayrıca davalının tescilde kötüniyetli olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

556 sayılı KHK’nın 42/b maddesinde, aynı KHK’nın 8. maddesinde sayılan hallerin bulunması halinde tescilli bir markanın hükümsüz kılınacağı düzenlenmiştir. Anılan KHK’nın 8/1-b maddesi hükmü uyarınca ise, tescil için başvurusu yapılan marka, tescil edilmiş veya tescili için daha önce başvurusu yapılmış bir marka ile aynı veya benzer ise ve tescil edilmiş veya tescili için başvurusu yapılmış bir markanın kapsadığı mal ve hizmetlerle aynı veya benzer ise, tescil edilmiş veya tescili için başvurusu yapılmış markanın halk tarafından karıştırılma ihtimali varsa ve bu karıştırma ihtimali tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış bir marka ile ilişkili olduğu ihtimalini de kapsıyorsa, marka sahibinin tescile itirazı üzerine başvurunun reddine karar verilir. Dairemizin kararlılık gösteren içtihatlarında da belirtildiği üzere, 556 sayılı KHK’nın 8/1-b bendi uyarınca markaların iltibas yaratıp yaratmadıklarının belirlenmesinde, markaların kapsadıkları mal ve hizmet sınıflarının alıcısı olan ortalama düzeydeki halk nezdinde karıştırılma tehlikesi bulunup bulunmadığının tespiti gereklidir. Bunun için de markalarda ayırt edici ve baskın unsurlar unutulmaksızın markanın bütünü itibariyle bıraktığı izlenimin göz önüne alınması gerekmektedir. İşaretleri oluşturan harf, kelime, şekil gibi asıl ve yardımcı unsurların birlikte değerlendirilmesi zorunludur.

Somut olayda, davacı markası “misina+şekil” ibaresinden ibaret iken hükümsüzlüğü istenilen marka ise “ravine messina” ibaresinden oluşmuştur. Davalı markasında iki ayrı kelime olup bunlardan biri öne çıkarılmadığından her iki kelime de markanın asli unsurunu oluşturmaktadır. Davacı markasında yardımcı unsur olarak yer alan şekil de gözetildiğinde taraf markaları arasında herhangi bir karışıklığa yol açacak derecede benzerlik bulunmamaktadır. Davalı markası ile davacı markası arasında benzerlik bulunmaması karşısında davalının, kötüniyetli olarak davacı markasından faydalanmaya çalıştığı da söylenemez. Yine her ne kadar davacı tarafça, davalının markasını tescil ettirdiği biçimde kullanmadığı ileri sürülmüş ise de bu husus, hükümsüzlük davasının konusunu oluşturmamaktadır. Bu itibarla, yapılan açıklamalar çerçevesinde mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde yanılgılı değerlendirme ile davanın kabulüne karar verilmesi doğru olmamış, hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davalı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 12/12/2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


2003 yılından itibaren Barolar Birliği’ne bağlı olarak çalışan Avukat Emre Kurt, kariyerine ticaret hukuku alanında başlamış Londra Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Ticaret Hukuku ve Marka, Patent, Faydalı Model, Telif Hakları yan genel adıyla Fikri Mülkiyet Hukuku alanında uzmanlaşmıştır. Londra Üniversitesi’ndeki ihtisasın ardından Av. Emre KURT özellikle marka, patent ve haksız rekabet hakları konusunda yoğun olarak çalışmaktadır. İyi derecede İngilizce bilmektedir.

Yorum Yaz